TARİHİ KAYNAKLARA GÖRE İNCİL ZAMAN İÇİNDE TAHRİF EDİLMİŞTİR
Hristiyanlar İncil'in Değiştirildiğine İhtimal Vermekle
Dinden Çıkmış Olmazlar
Hristiyan kardeşlerimizin büyük bir kısmı, İncil'in zaman
içinde değiştirildiği konusuna ciddi şekilde tepki vermekte ve bunu asla kabul
etmemektedirler. Çünkü bu durumu bir nevi "dinden çıkma" olarak
değerlendirmektedirler. Elbette ki Hristiyanların tabi oldukları kitabın tahrif
olduğuna dair iddiaları tepki ile karşılamaları anlaşılabilir bir konudur.
Fakat bunun asla dile getirilmemesi gereken ve "dinden çıkmaya" sebep
olacak bir kesin hüküm olup olmadığının anlaşılabilmesi için biraz düşünmek,
Hristiyanlık tarihine bakmak ve bütün bunlar ışığında İncil'i tekrar incelemek
gerekir.
Bir kez daha önemle ifade edecek olursak İncil, Müslümanlar
olarak bizim de kitabımızdır. Dolayısıyla İncil'in değiştirilmiş ve yanlış
yorumlanmış olması bizim isteyeceğimiz bir şey değildir. Fakat bu durum
gerçekleşmiştir ve bize Kuran'da da haber verilmiştir. Şu durumda bu tahrifatı
gösteren delillere ve tarihi olaylara bakmak gerekmektedir. Elbette bu durum
gerçek İncil'in yok olduğu anlamına gelmez. İncil'in aslı, korunmuş olarak
günümüze kadar gelmiştir. Şu anda gizlenmiş haldedir ve Allah'ın izniyle
mutlaka bulunacaktır. Dolayısıyla önemli olan, İncil'in hak hükümlerini
görebilmek, Kuran'a göre değerlendirmek ve akılcı ve vicdana uygun düşünmektir.
Halihazırda Hristiyan kardeşlerimizce kullanılmakta olan
dört İncil hakkında mutlaka bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu
daha vardır:
Bu kitapta okuyacağınız anlatımlar
Müslümanların yaptığı çıkarımlar veya ortaya attığı iddialar değildir. Tam
tersine kitapta anlatılanlar Hristiyanların kendi kaynaklarına dayanmaktadır.
Daha önce Hz. İsa
(as) Allah'ın Oğlu Değildir, Allah'ın Peygamberidir isimli kitabımızda detaylarıyla
anlatmış olduğumuz Hristiyanlık tarihine ait bilgilere, burada sadece
hatırlatma olması maksadıyla maddeler halinde değinilecektir:
Tarihi kaynaklardan Hristiyanlığın yayılışı ve teslis
inancının kaynağı
- İlk devir Hristiyan belgeleri ile Hristiyan cemaatlerini
incelediğimizde, Hz. İsa (as)'ın; Allah'ın
varlığı ve birliği konusunda ne Hz. Musa (as)'dan ne de Hz. Muhammed (sav)'den
farklı bir öğreti getirmediğini görürüz.
- Hz. İsa (as)'dan sonra Hristiyanlık, havariler tarafından
yayılmıştır. Onlar, özellikle Orta Doğu, Kudüs, Antakya ve Urfa gibi tevhid
inancının hakim olduğu bölgelerde tebliğ yapmışlardır. Bu bölgeler
Peygamberlerin zuhur ettiği bölgeler olduğu için, tevhid inancına zaten aşina olan pek çok kişi hızlıca Hristiyanlığı
seçmiştir.
- O döneme kadar var olmayan teslis inancının Hristiyanlığa
yerleşmesi ise, Hz. İsa (as)'dan çok sonra, Hristiyanlığın Yunan-Roma
putperestliğinin hakim olduğu bölgelerde yayılmasıyla ortaya çıkmıştır.
- Bunun sebebi, Mısır'daki İskenderiye, Yunanistan, İtalya
ve Anadolu gibi bölgelerde putperestlikten dönmüş olan Hristiyanların, eski
inançlarının tesiriyle adına teslis dedikleri bir Hristiyanlık oluşturmaya
başlamalarıdır.
Şüphesiz bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah'tan başka İlah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Ali İmran Suresi, 62)
Putperestlik teslis inancına nasıl zemin hazırladı?
l
Tarih boyunca putperestler, putlar arasında
daima üç putu diğerlerinden üstün saymışlardır. Bunlardan en büyüğünü Baba,
diğerini Ana, diğerini de Oğul olarak kabul etmişlerdir. Buna dair bazı
örnekler şöyledir:
ð Hint
putperestliğinde teslis kavramı vardır. Bu üçlü tanrı, Brahma, Vişnu ve
Şuva'dır.
ð Kuran'da,
Arap putperestliğinde de üçleme fikrinin olduğuna işaret edilmektedir: "Gördünüz mü-haber verin; Lat ve
Uzza'yı. Ve üçüncü (put) olan Menat'ı(n herhangi bir güçleri var mı)?"
(Necm Suresi, 19-20)
ð Hristiyanlıktan
önceki dönemde, Suriye ve çevre bölgelerinde de üçlü tanrı inancının yaygın
olduğu bilinmektedir.
ð Aynı
şekilde Mısır putperestliğinde Osiris (Baba), İsis (Anne) ve Horus (oğul) üçlü tanrısı vardır.
ð Pers
putperestliği olan Mitraizm de üçlemeyi
savunan bir batıl inançtır. Milattan önceki yüzyıllarda Anadolu'da ve
Avrupa'da yaygındır.
ð Roma
ve Yunan putperestliğinde de üçleme fikri ve inancı vardır. Zeus, Jüpiter ve
Apollo, eski Yunan'ın üçlü tanrılarıdır.
Zaten Hristiyanlığı üçleme fikrinin de Roma ve Yunan putperestliğinden geldiği
bilinmektedir.
ð Yunan
mitolojisinde çok sayıda baba tanrı, oğul tanrı bulunmaktadır. Hatta Platon bu
üçlemeyi formüle etmiş ve sözde tanrılarının
"logos" (söz) diye bir oğlu ve "sophos" (bilgelik)
diye bir kızı olduğunu savunmuştu. Bilindiği gibi Hristiyanlıkta
Hz. İsa (as) için kullanılan
tanımlamalardan bir tanesi de "logos"tur.
Meryem Ana Evi, İzmir Selçuk'taki Bülbüldağı'nda Hz. İsa (as)'ın annesi Hz. Meryem (as)'ın son yıllarını geçirdiğine inanılan kilise. Hıristiyanlar için hac yeridir. Hz. Meryem (as)'ın mezarının da Bülbüldağı'nda olduğu düşünülür. Hristiyanlar yanında Müslümanlarca da kutsal sayılır.
Amerikalı Teoloji profesörü Dr. Paul R. Eddy de bu konuya
dikkat çekmiş ve "Was Early
Christianity Corrupted by Hellenism?" (Erken Hıristiyanlık Helenizm
tarafından bozuldu mu?) başlıklı makalesinde şu yorumlarda bulunmuştur:
Babil'e kadar uzanan eski dünya boyunca, üçlü
gruplamalarla putperest tanrılara tapmak yaygın idi. Bu etki, Hz. İsa'dan
önceki ve sonraki yüzyıllarda Mısır'da, Yunanistan'da ve Roma'da da fazlasıyla
görülüyordu. Havarilerin ölümünden sonra, bu tip putperest inançlar
Hıristiyanlığı istila etmeye başladı... Plato,
üçlemeyi şu anki şeklinde öğretmemiş olsa da, onun felsefeleri bu doktrin için
birer ön hazırlık niteliğindeydi. (Dr. Paul R. Eddy, Was Early Christianity
Corrupted by 'Hellenism'?, http://www.xmark.com/focus/Pages/hellenism.html)
Genelde putperestlikte, özellikle de Yunan ve Roma
putperestliğinde üçlü tanrılardan en büyüğünün ölümlü kadınlarla evlendiğine ve
bu evlilikten hep erkek çocuk doğduğuna ve o doğan çocukların da tanrı olduğuna
inanılırdı.
Ölümlü bir anneden doğan tanrı çocuk inancı
bugün Hristiyanlıktaki teslis inancı ile ciddi benzerlikler taşımaktadır.
Yunan felsefesinde filozoflar fizik alem hakkında akıl
yürüterek kendilerince bir tanrı fikrine ulaşmışlardır. Ancak değişmez ve
sonsuz kabul ettikleri tanrının, nasıl olup da sonlu değişken varlıkları var
edebildiğini kavrayamamışlardır. Bu sebeple maddesel bir varlığın aracılığıyla evrenin oluşumunu izah etmeye
kalkışmışlardır.
Buna göre, örneğin bir çocuk ana-babadan türediği gibi,
evrenin oluşumu için de tanrı ile varlıklar arasında var olması gereken
aracılar yani hiyerarşik tanrısal varlıklar olması gerektiğini iddia
etmişlerdir. Bu hiyerarşiye göre en üst tanrı, otoriteyi ve başlangıcı (yani
yaratılışı), diğerleri zamansal ve mekansal dünyalık işleri, ikincil tanrılar
da ceza verme ve mükafatlandırma gibi işleri yerine getirmektedirler.
Bu sözde tanrılar ve tanrısallar, genelde en önemlisinden
başlamak üzere hep "üçlü bir birlik" olarak belirlenmiş ve
tanımlanmışlardır. Dolayısıyla üçleme veya üçlü birlik inancı, putperest
dönemde ortaya çıkıp var olmuş yaygın bir inanç şeklidir.
William Varner, Hz. İsa (as)'ın tebliğiyle muhatap olan
Gentilelerin (Kitab-ı Mukaddes'te Yahudi olmayanlar için kullanılan bir
tabirdir. Hz. İsa dönemindeki Romalılar için kullanılır) bakış açılarının bu
fikirler çerçevesinde şekillendiğini söyler ve şöyle devam eder:
Onların Allah'ın oğlu fikirleri çok tanrılı düşünce
üzerinde kurulmuştu. Bu nedenle de bu görüşlerini Hz. İsa ve havarilerinin Tek
Tanrı'lı inanışlarına dönüştürmeleri oldukça zordu. Doğu ve Helen
düşüncelerinin hakim olduğu, dolayısıyla kralların ve diğer kutsal kişilerin
Allah'ın oğlu olarak isimlendirildiği bu bölgede Hz. İsa da Allah'ın oğlu
olarak ilan edildi. (William C. Varner, "Jesus the Son of God",
"Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Ali İmran Suresi, 51)
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Ali İmran Suresi, 191)
Üçleme inancı ile Yunan mitolojisindeki Dionisos karakteri
arasındaki benzerlikler
Üçleme yanlılarının Hz. İsa (as)'a yönelik yaptıkları
izahlar, M.Ö. 1000 yılına kadar devam ettiği tahmin edilen Yunan
mitolojisindeki Dionisos karakteri ile de benzerlikler taşımaktadır:
* Dionisos, ölümsüz
tanrı babadan doğan ölümlü tanrı oğuldur.
*
Dionisos, Semele isimli ölümlü bir anneden doğmuştur.
* Ölümlü
insanlar tarafından öldürülmüştür.
* Dünyaya kurtarıcı
olarak gönderilmiştir.
* Dionisos bedenen öldükten sonra yeniden bedenen
dirilecektir.
* Dionisos
yarı Tanrı olduğu halde insanlar arasında insan
görünümünde ve insanların acizlikleri ile yaşamıştır.
* Dionisos
kendisinin insanlar tarafından yakalanıp öldürülmesine özgür iradesi ile bir fedakarlık olarak izin vermiştir.
* Eski
Yunan'da Dionisos takipçileri, Dionisos'u hatırlamak ve şükran için et yiyip şarap içerlerdi. Bunu
Dionisos'un etini yiyip kanını içmekle eş tutarlardı ve bunun onları Dionisos'a
yaklaştıracağına inanırlardı. Yuhanna İncili'nde bu pagan ayini ilginç bir
şekilde Hz. İsa (as)'a uyarlanmıştır:
"Size doğrusunu söyleyeyim, insanoğlunun bedenini
yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin
sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. Çünkü bedenim gerçek
yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de
onda." (Yuhanna 6:53-56)
Başka bir bölümde ise, İsa kendi eliyle havarilerine şarap
içirir ve bunun kendi kanı olarak algılanmasını söyler:
"Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı, şükran
duasını yapıp ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. "Alın, yiyin"
dedi, "bu benim bedenimdir." (Matta 26: 26)
"Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu
öğrencilerine vererek, 'Hepiniz bundan için' dedi. 'Çünkü bu benim kanımdır,
günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma
kanıdır.'" (Matta 26: 27, 28)
Putperest inanca paralel geliştirilen üçleme inancı nasıl yaygınlaştırıldı?
Hristiyan tarihçi ve teologlar, teslis inancının
ilk olarak Pavlus tarafından yaygınlaştırıldığı konusunda hemfikirdirler. Bu
konudaki tarihi belgeler ve Pavlus'un 4 İncil'de yer alan mektupları göz önünde
bulundurulduğunda, bu iddianın doğruluğu anlaşılabilmektedir.
Petrus Bazilikası'nın önünde yer alan pek çok heykelden biri de Pavlus'a aittir.
Pavlus,
Hz. İsa (as)'ın havarisi değildir. Havarisi olmak şöyle dursun, sağlığında
ona şiddetle karşı çıkan bir kişidir. Hz. İsa (as)'ın göğe alınmasından dört
yıl sonra ani vizyon geçirdiğini iddia ederek kendisini havari ilan etmiş ve
ilk Hristiyan cemaati arasına girmiştir.
Pavlus'un amacı Hristiyanlığı Batı'da
yayabilmektir. Bunu yapabilmek için Batı'da çeşitli bölgelere sürekli mektuplar
göndermiş, bu mektuplardan 14 tanesi "değiştirilemez" kutsal metin
olarak İncil'e eklenmiştir.
Pavlus, Musevi halkının konuştuğu Aramice ve
İbranice'den başka Grekçeyi de iyi
konuşan bir Roma vatandaşıdır. Romalıları iyi tanımakta, onlara karşı nasıl bir
politika yürüteceğini iyi bilmektedir.
Dolayısıyla Pavlus, Batı'da fikirlerini
yaygınlaştırabilmek için o bölgenin
putperest inancına uygun bir Hristiyanlık inancı oluşturmuştur (anlatımlarının
söz konusu putperest topluluk tarafından yanlış yorumlanmış olması ihtimali de
elbette vardır). Baba ve Oğul kavramlarını Roma putperest inancına uygun hale
getirmiş ve putperestlikteki baba ve oğulların oluşturduğu üçlü tanrı inancına
benzer bir kavram geliştirmiştir. Bunu Hristiyanlığın bu yöntemle kolay
yaygınlaşacağını umduğu için yapmış olma ihtimali yüksektir.
İncil'e dahil edilen mektuplarında, baba ve oğul ifadeleri sıkça yer almıştır.
Hristiyanlığa dahil edilmiş bu putperest inanç,
-Batı'nın putperest görüşleriyle uyduğu için- kolaylıkla bölgede yaygınlaşmıştır. Zamanla, Batı Roma ve Bizans
toprakları maddi ve siyasi olarak da güçlenince, Doğu Hristiyanlığın tevhid
anlayışı üzerinde bir baskı politikası başgöstermiştir. Doğu Hristiyanlığının
tevhid inancı yok edilmeye çalışılmış ve bu çabalarda da büyük ölçüde başarılı
olunmuştur.
Konsillerde, "çoğunluk oylarıyla" oluşturulan
İncil metinleri
Üçleme inancı ilk ve resmi olarak Hristiyanlığa
M.S. 325 yılındaki İznik konsili ile
dahil edilmiştir. Bu konsil, Roma İmparatoru Konstantin'in katılımı ile
gerçekleştirilmiştir.
Böyle bir konsilin yapılmasının sebepleri
şunlardır:
ð
Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığın yayıldığı
bölgelere doğru genişlemesi.
ð
Bu genişleme nedeniyle putperestler ile
Hıristiyanlar arasında huzursuzluk başgöstermesi ve imparatorluğun ikiye
bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalması.
ð
İmparatorluğun ikiye bölünmemesi için, eski
pagan dini ile yeni İsevilik arasında sentez bir inanış oluşturulması
gerektiğine inanılması ve bunun üzerine bir çalışma yapılması.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi putperest topraklar
üzerinde olası bir çatışmanın Hristiyanlığın değişime tabi tutulması ile mümkün
olacağı zannedilmiştir. İznik'te toplanan bu konsil sonrasında, iç karışıklığın
çözümünün İncil'e teslis inancının dahil
edilmesi olduğu kararlaştırılmış ve bu karar uygulanmıştır.
Söz konusu konsilde üçleme inancını savunan 4
İncil sahih kabul edilmiştir.
Korunmuş birkaç elyazması dışında, tevhid
inancını savunan diğer İnciller ise "heretik" yani sapkın ilan
edilmiş ve yakılarak ortadan
kaldırılmıştır.
Tevhid inancının savunucuları yine heretik yani
sapkın bir inancı savundukları gerekçesiyle mahkum edilmişlerdir. Heretikliğin cezası ise yakılarak idam
edilmektir.
Aforoz
ismi ve uygulaması, tarihte ilk olarak teslise karşı olanlara yönelik
geliştirilmiş bir uygulamadır. Papalık, Roma ve Bizans siyasileri, teslis
tenkitçilerini ve teslisi reddedenleri yakarak öldürme de dahil farklı cezalara
çarptırmışlardır. Zaten engizisyon denen mahkemeler bu amaçla kurulmuştur.
O dönemde ilk ve sahih yazmalara dayanarak
İskenderiye'li rahip Arius'un başlattığı tevhide dayanan Ariusçuluk hareketi de
etkili olmuştur. Fakat bu gelişmeden ürken
Romalılar,
411 yılında söz konusu belge ve kitabın bulunduğu İskenderiye kütüphanesini
yakmışlardır.
Pedro Berruguete'nin çizimi ile Engizisyon ve mahkeme kararları sonucunda heretik kabul edilerek yakılan kitaplar.
Kilisenin oluşturduğu "dini dogma" ve Hristiyanlara
yükletilen buna uyma mecburiyeti
"Dogma" kelimesinin dini bir anlam
kazanması, teslisçi Hristiyanlar tarafından gerçekleştirilmiştir.
Dini dogma kısaca şu demektir: "Hristiyan inanç doktrini sadece ve
sadece Papalık veya Kilise otoritesi tarafından formüle edilebilir ve ona o
şekliyle inanılması şarttır."
Bir başka deyişle, bir Hristiyanın, dini gereği
neye inanıp neye inanmayacağına kutsal kitaba dayanarak karar vermesi mümkün
değildir. Onun neye inanıp neye
inanmayacağını Kilise belirler.
Örneğin bir insan, "ben üçlemeyi
reddediyorum ve Allah'ın Bir ve Tek Yaratıcı olduğuna, Hz. İsa (as)'ın ise onun
oğlu değil peygamberi olduğuna inanıyorum" derse, o artık Hristiyan değildir. Her ne kadar okuduğu kutsal kitaptan,
yaptığı araştırmalardan bunu anlamış; aklı, vicdanı, derin kavrama ve düşünme
yeteneği gereğince böyle doğru bir sonuca varmış olsa da Kilise'ye göre Hristiyan kabul edilmemektedir.
Bir kişinin "Hristiyan" kabul
edilebilmesi için vicdani, ilmi ve akli tecrübelerinin gösterdiği doğruya
gözlerini kapaması ve Kilise'nin zorunlu
kıldığı şekilde baba, oğul ve kutsal ruh olarak tanımlanan üçlü birlik inancını benimsemesi
gerekmektedir.
Bu inanç
şeklini Kilise bu şekilde formüle etmiştir ve o şekliyle inanmak bir Hristiyan
için zorunludur.
İşte dini dogma ya da bir başka deyişle dini dayatma budur.
Bu, şu anda Hristiyanların büyük bölümünün asla
reddedilemez hükmüyle kabul ettikleri üçleme inancına bu derece sahip
çıkmalarının tek sebebini oluşturur. Kilise ve Papalık, Roma İmparatorluğunun
yapısına göre şekillendiğinden, üçleme inancının kaynağı da Kilise olmuştur.
İncil'in değişikliğe uğradığını kabul etmek veya üçlemeyi reddetmek işte bu
sebeple "dinden çıkmak"
olarak kabul edilmektedir.
Oysa "dinden çıkmayı" gerektirdiği
iddia edilen bu hükümlerin hepsi Hz. İsa (as)'dan yüzyıllar sonra ortaya çıkan,
Kilise'nin ortaya attığı uygulamalardır.
Birçok Hristiyan kardeşimizin bundan haberleri bile yoktur.
Açıkça anlaşılabileceği gibi tarihte Papalık ve Kilise,
daima kutsal kitabın üzerinde bir otoriteye sahip olmuştur. Hatta kutsal kitaba
dönüş anlamı taşıyan reform ve Protestanlık hareketlerine rağmen bu böyledir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (En'am Suresi, 102)
Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Ali İmran Suresi, 114)
Hristiyanlığa sonradan ve çeşitli aşamalarla eklenmeye
çalışılan teslis inancı
"Teslis"
hiçbir kutsal metinde yoktur. Ne isim ne de öğreti olarak Hristiyanlığın
–veya diğer hak dinlerin– hiçbir kutsal öğretisinde yer almamaktadır. Bunu
Hristiyanların kendileri de kabul ederler.
Teslis inancı, tarih içinde uydurulmuş ve
İncil'e de çeşitli aşamalarla yerleştirilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:
ð Hz.
İsa (as)'ın tanrı olduğuna dair iddialar 325 İznik Konsili'nde,
ð Kutsal
Ruh'un tanrı olduğuna dair iddialar 381 İstanbul Konsili'nde,
ð Hz.
İsa (as)'ın biri beşeri ve diğeri tanrısal olarak iki tabiatı olduğuna dair
iddialar ise 451 Kadıköy Konsili'nde kabul edilmiştir.
Teslis konusu her ne kadar 381 İstanbul Konsili
ile belirli bir şekil almış ise de, teslis unsurlarının tabiatı ve aralarındaki
ilişki hiçbir zaman herkesin uzlaştığı kesin bir çözüme ulaştırılamamıştır.
Matta İncili'nin "baba oğul ve kutsal ruh
adına vaftiz ediniz" şeklindeki cümlesi dışında, hiçbir kutsal metinde Kutsal Ruh kelimesinin, teslisin ilk iki unsuru
olan baba ve oğul kelimeleri ile birlikte zikredildiği tek bir cümle dahi
yoktur.
Hatta
Kutsal Ruh'un tanrı olduğuna dair İncil'in hiçbir yerinde bir ifade ve işaret
yoktur. Aksine bazı Hristiyan kaynaklarında Kutsal Ruh'un, Kuran'da ifade edildiği
şekilde "Ruh'ul Kudüs" yani Cebrail (as) anlamına geldiği
belirtilmektedir.
Matta İncili'nin son bölümüne 4. yüzyılda kabul
edilen üçleme inancına uygunluk sağlaması için 28/18, 20 olarak
numaralandırılan pasaja "baba, oğul ve kutsal ruh adıyla vaftiz olma
emri" ilave edilmiştir.
Dördüncü yüzyılda resmileşen üçleme doktrini,
birinci yüzyılda yazılan metne eklenmiş,
böylece bu metnin, Konsil'in aldığı karar ile Matta İncili'ne uyumu
sağlanmıştır. Sonradan yapılan bu eklemelerle, tevhid inancını savunan bir metin, üçleme inancını işaret eder hale
getirilmiştir.
Neredeyse herkesin aynı konuda farklı bir görüşü
olmuştur. Bunun için herkes herkesi hata yapmakla, sapıklıkla ve zındıklıkla
suçlamıştır.
Hatta kimi zaman aynı
inanca sahip teslisçiler bile farklı görüşlere sahip olmuşlardır.
İlk Vatikan Konsili, Birinci Vatikan Konsili veya Vatikan I, Papa IX. Pius tarafından 29 Haziran Yaklaşık 800 kilise önderi katılmıştır. Bu konsil, konsil kararlarıyla Hristiyanlığa dahil edilmiş ve hiçbir mantıklı açıklaması yapılamamış olan üçleme inancı hakkında son kararı vermiştir: "Teslis, akıl ve mantık konusu değildir. Düşünüp anlamanıza gerek yok." Böylelikle teslis anlaşılmadan inanılması gereken bir dogma haline getirilmiş ve buna inanmayanlar aforoz edilmişlerdir.
Teslis konusunda kilisenin son kararı: "Teslis akıl ve
mantık konusu değildir, düşünüp anlamanıza gerek yok"
Teslis konusu, ardı arkasına gerçekleştirilen
konsiller, yapılan çalışmalar, alınan kararlarla sürekli olarak yeni bir şekil
almış, İncil'deki çeşitli sözler yeniden yorumlanmış, daha önce reddedilen sözler aniden sahih kabul edilerek İncillere
eklenmiş, bazıları ise çıkarılmıştır.
Bu olağanüstü çelişkili ortam içinde Kilise,
teslis dogmasından taviz vermemek için, getirilen
yeni öneri ve itirazlara göre şekil almaya çalışmıştır.
Teslis
inancı ile ilgili çelişkiler ve tartışmalar, günümüze kadar
sonuçlandırılabilmiş değildir. Bu konuda son karar 1443 yılındaki Florance
Konsilinde verilmiştir. Fakat bu konsil de bu konudaki çelişki ve zıtlıkları
ortadan kaldırmamış ve tartışma çok uzun süre devam etmiştir.
Ardı arkası kesilmeyen bu tartışmalara son
vermek amacıyla Papalık, 1868-1870 yılları arasında [Hz. İsa (as)'dan tam 1870
yıl sonra] düzenlediği Birinci Vatikan konsilinde teslisin AKIL VE MANTIK KONUSU OLMADIĞINA, iman konusu olan bir SIR
olduğuna karar vermiştir. (Const. "De fide, cath", IV)
Bir başka deyişle içinden çıkılamaz hal alan
teslis konusu; aklın, mantığın ve sahih İncil ayetlerinin gerektirdiği haklı itirazları,
muhalefetleri kesin olarak ortadan kaldırmak amacıyla Kilise tarafından
"sır" ilan edilmiştir. Yani insanlara şu mesaj verilmiştir: "Bu konu üzerinde artık düşünmenize
gerek yok!".
- Bu konu, ilerleyen satırlarda daha geniş işlenecektir.
İncil'in değişmezliğini savunan Kilise'nin sahih kabul
ettiği 4 İncil üzerinde resmi olarak yaptığı "ekleme ve çıkarmalar"
Kilise, bir yandan İncil'in değişmezliğini savunurken, bir yandan da sahih kabul ettiği dört İncil'in birbirine uyumlu olabilmesi için çeşitli ekleme ve çıkarmalar yapmakta sakınca görmemiştir.
Eldeki sahih (kanotik) kabul edilen kutsal
yazıtların el yazma nüshalarının en eskileri 3. yüzyıla kadar gitmektedir. Yani
bunlar Hz. İsa (as)'dan üç yüzyıl sonra
yazılmıştır. Nitekim her bir kutsal metin el yazmalarında nüsha ve ifade farklılıklarının var olduğu
bilinmektedir.
Hatta metinlerde, yazıldıkları kabul edilen en
eski tarihlerden çok sonraki olaylar ve
kişilerden bile söz edilmektedir.
Yuhanna
metninin en eski nüshası yaklaşık olarak MS. 200 yılına kadar gitmektedir ve
sırf Yuhanna metninin 10 binin üzerinde farklı nüshası vardır. Bu 10 bin farklı
nüsha arasındaki oldukça ciddi önemdeki farkların sayısı 200 bini bulmaktadır.
Karışıklığın önlenebilmesi için çeşitli İncillerde sık sık dipnotlar
konulduğu gözlemlenmektedir. Bu dipnotlarda şu ifadelere rastlanır:
"Diğer eski otoritelere göre bu cümle veya kelime yoktur",
"diğer eski otoriteler şöyle... okumuşlardır.", "diğer eski otoriteler
ilave etmişlerdir" veya "diğer eski otoriteler şu müteakip kelimeyi
atlamışlardır" gibi.
Holy Bible (Revised
Standart Version, New York Glasgow 1971) baskısında, Markos İncili'nin ilk
cümlesinde, Hz. İsa (as)'dan "Allah'ın oğlu" şeklinde bahsedilmektedir.
Buraya bir bir dipnot düşülmüştür ve şöyle denmektedir "diğer eski otoriteler (Allah'ın oğlu) ifadesini
yazmamışlardır."
Sahih kabul edilen 4 İncil, aralarında ciddi
farklılıklar ve çelişkiler barındırırlar. Fakat bu farklılık yalnızca söz
konusu İnciller ile sınırlı değildir. Bu
İncillerin her birinin eski el yazması ve basılı nüshaları arasında da
farklılıklar vardır.
Sözgelimi Matta'nın metni standart hale
getirilirken onun önceki basılı
nüshalarının el yazmalarındaki farklılıklar, eksiklik ve fazlalıklar tercihe
göre seçilmiştir. Dolayısıyla hangi ifadenin doğru ve geçerli kabul
edilmesi gerektiğini anlamak mümkün değildir.
Markos
İncili'nin İznik Konsilinde kabul edilebilmesi için söz konusu İncil'in son bölümündeki bazı cümleleri çıkarmak gerekli
görülmüştür. Çünkü buradaki ifadeler teslis dogmasına tamamen ters
düşmektedir.
Diğer
İncil yazarlarının eserlerinden çeşitli bölümler alınıp, Markos İncili'ne bir
bitiş paragrafı hazırlanmıştır.
Yuhanna
İncili'nden Hz. İsa (as)'ı Musevilerin mesihi olarak tanıtan pasajların tümü
çıkarılmıştır. Onun yerine insanüstü bir İsa figürü ortaya konulmuştur.
(Prof. Dr. Mehmet
Bayrakdar, Bir Hristiyan Dogması Teslis, Ankara okulu yayınları, Eylül 2007, s.
163),
Bazı kesimler tarafından Yuhanna metninin 110 yılında
yazıldığı kabul edilmektedir. Bu durumda, Havari Yuhanna'nın en az 140-150 yıl
yaşamış olması gerekir ki, bu da muhtemel gözükmemektedir. Aynı zamanda Yuhanna
metninde daha sonraki devirlere ait bilgilerin bulunması da bu metnin
yazarlarının Havari Yuhanna olması konusunda şüpheye neden olmaktadır.
Diğer İnciller Hz. İsa (as)'ın Musevilerin mesihi yani Hz.
Davud (as)'ın soyundan gelen ve İsrail'i kurtaracak olan kişi olduğunu
vurgulamışlardır. Yuhanna İncili'nde
ise, Yunanlı Hristiyanları memnun etmeyen bütün Musevi kavramlar ortadan
kaldırılmıştır. Yunan felsefesinin etkisi Yuhanna İncili'nde çok açık
görülür.
Daha sonraki yıllarda yine Kilise tarafından
uydurma kabul edilecek olan çeşitli İnciller ve bu İncillerden pasajlar, uzun
bir süre boyunca sahih kabul edilmiştir. Bu dönem boyunca bunlara da uyulmuş ve
bunların yanlış olduğunu iddia edenler dinsiz kabul edilmişlerdir.
Örneğin 4.
yüzyılda bir Hristiyan mezhebi, İncil'de yer alan kitapların sayısını 23 olarak
kabul etmişken, aynı mezhep birkaç asır sonra bu sayıyı 27'ye çıkarmıştır.
Üçleme konusundaki çelişkiler, mantıksızlıklar ve
tutarsızlıklar nedeniyle oluşan yeni mezhepler
Kutsal Ruh'un sonradan üçlü birliğin bir parçası
olduğuna karar verilmesinin ardından, üçleme konusundaki tartışmalar ve
anlaşmazlıklar çok daha fazla artmıştır.
Bu tartışmalar sonucunda, Kutsal Ruh'un hem
babadan hem de oğuldan zuhur etmesi gerektiğine dair bir anlayış
geliştirilmiştir. Bunun için
"oğuldan" anlamına gelen meşhur Filioque kavramı teslis dogmasına
eklenmiştir.
Bu yüzden ve daha sonra ortaya çıkan çeşitli
meselelerden dolayı 1054 yılında Roma
kilisesi, Katolik ve Ortodoks olmak üzere iki mezhebe ayrılmşıtır.
Filioque'u kabul eden Katolik kilisesi (ve sonra
buradan ayrılacak olan Protestan kilisesi) Kutsal
Ruh'un hem babadan hem de oğuldan çıktığını kabul ederek zaten karışık olan
teslisi iyice karmakarışık hale çevirmiştir.
Filioque'u
kabul etmeyen Ortodoks kilisesi Kutsal Ruh'un sadece babadan geldiğini savunur.
Bu iki kilise arasında bugüne kadar devam eden teslis konusundaki en büyük
ayrılık Filioque konusundadır.
Dolayısıyla, Kutsal Ruh'un teslisçiler tarafından tanrı kabul edilişi, oğul tanrı
kabul edilişinden zaman bakımından 56 yıl sonradır.
Üçleme karmaşasına çözüm getirme çalışmaları özetle şöyledir:
(Allah'ı tenzih ederiz) Açık ve resmi olarak Hz. İsa (as)'ın tanrılığı 325 İznik Konsilinde ve Kutsal Ruh'un
tanrılığı 381 İstanbul Konsilinde
karara bağlanmıştır. 431 Efes ve 451
Kadıköy Konsillerinde Hz. İsa (as)'ın biri beşeri biri tanrı olan iki tabiatlı
oluşu, 447 yılında ve 589 yıllarında
Toledo'da düzenlenen konsillerde ise Kutsal Ruh'un Hz. İsa (as)'dan oluşu
yani Filioque meselesi gündeme getirilmiş ve İstanbul Konsili kararına
eklenmiştir. Buradaki kısa özetlerde görüldüğü gibi her konsilde Hristiyanlığa
karmaşa üzerine karmaşa eklenmiştir.
Tekrar belirtmek gerekir ki, yukarıda verdiğimiz tüm
bilgiler, -Müslümanların değil- özellikle Hristiyan
tarihçi ve teologların elde ettiği, genel kabul gören ve delillere dayanan
bilgi ve belgelerdir. Bu bilgiler, Hristiyanlık tarihinin nasıl geliştiği ve
bugünkü İncil'in nasıl şekillendiği konusunda bize son derece temel bilgiler
vermektedir. Teslis inancının gerçekte İncil'de var olmadığını ispat amacıyla
önemli tarihi detaylar sunmaktadırlar.
Bütün bu delilleri gördükten sonra bir insanın yapması
gereken, İncil'i, söz konusu tarihi detaylarla birlikte değerlendirerek,
"akıl yürüterek", "düşünerek" doğruları anlamaya
çalışmaktır. Bu akıl yürütmeyi yapabilmek için aşağıdaki soruları mantık ve
vicdan dahilinde değerlendirmek yerinde olacaktır:
Her hak dine indirilen her hak kitap tektir.
Hristiyanlık'ta 4 ayrı İncil'in olması
ve bunların her birinin ayrı ayrı sahih kabul edilmesi nasıl mümkün olabilir?
4 kitabın her biri sahih ise, aralarındaki çelişkiler, ciddi anlam
boşlukları ve tarihi bilgilerde oldukça ciddi farklılıklar nasıl meydana
gelebilir?
Hak dine gönderilen hak kitap, nasıl birbirinden temel iman itikatinde farklı
olan kitaplar arasından "oyçokluğuyla" tespit edilebilir?
Oy çoğunluğunu almayan tevhid inancını savunan
İnciller ve ilk elyazmaları neden
yakılıp yok edilmiştir?
Tevhid inancını savunanlar neden idam cezasına mahkum edilmişlerdir? Bu karşıtlığın ve vahşetin
sebebi nedir?
4 İncil ve bu İncillerle birlikte Hristiyanlığa
dahil edilen teslis inancı 4. yüzyılda kabul edilmiştir. O vakte kadar söz konusu İncillerin ve teslisin varlığından haberdar
olmayan Hristiyanların durumu nedir?
Kutsal Ruh'un tanrı olarak kabulü ise çok daha
sonralara dayanır. Bu döneme kadar Kutsal Ruh'u tanrı olarak görmemiş olan Kilise dahil diğer tüm Hristiyanlar
günahkar mıdırlar?
Kilise'nin sahih kabul ettiği metinlerin
yazarları Matta, Markos, Luka ve Yuhanna Kilise tarafından "vahiy almış
kişiler" olarak kabul edilmişlerdir. Bu kişiler, peygamber midirler? Peygamberler dışında insanların –havari
dahi olsa- vahiy alması nasıl mümkün olabilir? O zaman söz konusu havari peygamber vasfına kavuşmuş olmaz mı?
Bir
kişinin vahiy alıp almadığı Kilise tarafından oyçokluğuyla nasıl
belirlenebilir?
Bir
kişinin vahiy aldığını oylama ile kabul edip ardından onun yazdığı metinlere
–pek çok değişiklik yapıldıktan sonra- "değiştirilemez ve
değişmemiştir" hükmü nasıl konulabilir?
Eğer söz konusu 4 İncil değiştirilemez hükmüne
sahipse, yıllar boyunca Kilise nasıl bu
kitaplara eklemeler yapmakta, bazı yerlerini düzenlemekte, bazı yerlerini iptal
edebilmektedir?
Kilise tarafından 4 İncil'e sonradan eklenmiş
olan bölümlere de o döneme kadar hiçbir Hristiyan uymamış konumdadır.
Bu durumda o döneme kadarki söz konusu
Hristiyanların durumu nedir?
Bir Hristiyan nasıl olup da yaşamını ve inancını
sahih İncil ayetlerine, vicdanına ve aklına göre değil de, sadece Kilise'nin belirlediği ve üstelik zaman
zaman değiştirdiği bir inanç şekline göre tertip edebilir?
Tüm hak dinlerin temeli olan ve tüm diğer hak
dinlerde kesin ve net olarak belirtilmiş olan Allah'ın varlığı ve Birliği
konusunda, neden yalnızca Hristiyanlık'ta birbirinden
farklı bu kadar çok görüş vardır?
Birbirinden farklı sayıda kitap kabul eden
birbirinden farklı Hristiyan mezheplerinden hangisi doğru yoldadır? Hangisinin kitapları değişmez ve reddedilemez
şekilde sahihtir?
Tek bir mezhepte nasıl olup da zaman içinde
kitap sayısı 23'ten 27'ye çıkarılabilir? Hangisine inanmak ve hangisini doğru
kabul etmek gerekir?
Söz konusu sorulara üçleme yanlısı hiçbir Hristiyan gerçek
anlamda mantıklı, akılcı, anlaşılabilir, ikna edici, net ve somut bir cevap
verememektedir. Üçleme adı altında gerçekleşen bu olağanüstü karmaşa
açıklanabilecek gibi değildir.
Yukarıdaki sorularla, sadece tarihi bilgilere dayanarak 4
İncil konusundaki çelişkilerden bazılarına değinilmiştir. Teslis inancının
beraberinde getirdiği derin mantık çöküntüsü ise asıl konudur. Samimi
Hristiyanları, teslis inancından asıl şüpheye düşürmesi gereken şey bu derin ve
köklü mantık çöküntüsü
olmalıdır. Bu konuya ilerleyen satırlarda
değinilecektir.
Tevrat'ı Doğrulayıcı Olarak Gönderilmiş Olan İncil'in Tevhid
İnancını da Doğrulaması Gerekir
Üçleme taraftarı bir Hristiyan, ilk anda yukarıdaki tarihi
belgelere dayanan açıklamaları ve bu konudaki yorumları kendince doğru kabul
etmeyebilir. Fakat bu, şu anki İncillerin 27 farklı İncil arasından seçilmiş
olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Hristiyanlığın hak kitabı olarak 4 ayrı İncil Konsil kararı
ile belirlenmiştir. Bu açık bir gerçektir. Bu 4 İncil arasındaki çelişki ve
farklılıklar da inkar edilemeyecek boyutlardadır. Dolayısıyla samimi bir
Hristiyan, Kilise'nin dogmatik kararlarını bir kenara bırakarak, aklı ve
vicdanı ile düşünmeli, bunları "tek bir kelimesi bile değiştirilmemiş"
kitaplar olarak kabul etme konusunda biraz düşünmelidir. Tek bir kelimesi bile
değiştirilmemiş olduğu iddia edilen söz konusu kitaplar, bizzat Kilise'nin kendisi tarafından defalarca değişikliğe
uğratılmıştır. Bu, Hristiyan tarihi kaynaklarının belirttiği bir durumdur.
Günümüz İncil baskılarında yer alan eski İncil nüshalarındaki açıklamalara dair
dipnotlar bile, bunu anlamak için yeterlidir.
Burada önemle değinilmesi gereken bir başka konu da, Hz.
İsa (as) ve havarilerden sonra, teslis inancının yer aldığı 4 İncil kabul
edilene kadar geçen 3 asır boyunca yaşamış olan Hristiyanların durumudur. Bu
kişiler her ne kadar tüm samimiyetleriyle Hz. İsa (as)'a ve İncil'e tabi olmuş
olsalar da, Kilise'nin dayattığı dogmaya göre, dinden çıkmış hükmündedirler.
Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Uyarıcısı gelmiş bir hak din ve onun
kutsal kitabı mevcutken, insanların o koskoca dönemde gerçekleri bilmeden
yaşadıklarını kim iddia edebilir? Allah kuşkusuz ki böyle bir şeye izin vermez.
Dolayısıyla şüphelenilmesi gereken, ilk el yazmalarının
bulunduğu, İncil'in orijinal dili olan Aramice'nin hali hazırda kullanıldığı,
dolayısıyla en azından çoğaltma ve çeviri hatalarının yer almadığı 4. asırdan
önceki dönem değil, sonraki dönem olmalıdır. Havarilerden hemen sonraki dönem,
çok büyük olasılıkla Hz. İsa (as)'ın yazdırmış olduğu İncil'in [Hz. İsa (as)'ın
kendisine gelen vahyi kendi döneminde yazdırmış olması kuvvetle muhtemeldir]
gerçek nüshalarının bulunduğu ve uygulandığı dönemdir. Museviliğin devamı olan
tevhid inancı bu nedenle o dönemde varlığını korumuştur. Nitekim İncil,
Kuran'da da belirtildiği gibi, Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderilmiştir.
Dolayısıyla sahih İncil'de, Museviliğin temel itikadı olan tevhid inancının da
doğrulanmış olması gerekmektedir. Kuran'da Rabbimiz şu şekilde bildirir:
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı
doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve
nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol
gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)
Bazı Hristiyanlar, Hz. İsa (as)'dan sonra havarilerin
üçleme inancını yaydıklarını, hatta bu uğurda öldüklerini iddia etmektedirler.
Oysa bu bir saptırmacadır. Hz. İsa (as)'ın yanında bulunan gerçek havarilerin
hiçbiri hiçbir şekilde üçleme inancını savunmamışlardır, savunmaları da mümkün
değildir. (Üçleme inancını yaygınlaştırdığı bilinen tek kişi Pavlus'tur ve
bugün pek çok Hristiyan teolog ve Hristiyan kaynağın teyid ettiği gibi Pavlus,
Hz. İsa (as) ile hiç görüşmemiş, hatta onun zamanında ona karşı çıkmış olan bir
kişidir.) Hz. İsa (as) ve havariler, İncil'in vahyinden önce tıpkı diğer tüm
ilk Hristiyanlar gibi Museviydiler ve İsrail kavimlerine mensuptular. İlk
Hristiyanlarda ise asla teslis inancı yoktu. Onlar, Tevrat'ı doğrulayan olarak
gönderilen kitaplarında, Tevrat'ta açıkça haber verilmiş olan tevhid inancını
buldular. Gariptir ki bugün Hristiyanlar onlara "Yahudi Hristiyanlar"
diyerek kendilerinden saymamaktadırlar. Sanki Hz. İsa (as), kendisine vahiy gelmeden
önce bir Musevi ve aynı zamanda İsrailoğullarından birisi değilmiş gibi.
Dolayısıyla 4. asırdan önceki dönem, Musevi tevhid dininin
bir devamı olan, büyük ihtimalle İncil'in aslı ile hükmedilen bundan dolayı da
tevhid inancının hakim olduğu bir dönemdir. Bütün bunlardan yola çıkarak, Roma
İmparatorluğunun hakim olduğu, putperestliğin ve putperest üçleme inancının
İmparatorluk ile birlikte dünyaya yayıldığı ve İncil'in orijinal dili olan
Aramice'nin unutulup Yunanca'nın kullanılmaya başlandığı, siyasi kavgaların, iç
çatışmaların ve din savaşlarının hüküm sürdüğü 4. asırdan sonraki dönem,
bidatler ve Hristiyanlığa getirilen yeni hükümler açısından şüphe ile bakılması
gereken dönemdir. Dolayısıyla yukarıda verdiğimiz tarihi bilgiler, bu bakımdan
iyi değerlerdirilmelidir.
Allah Elbette Vahyettiği Hak Kitabı Korumaya Kadirdir
Bazı Hristiyanların, Allah'ın bir nur olarak gönderdiği hak
kitap olan İncil'in zaman içinde değiştiği ve yanlış yorumlandığı ihtimalini
kabul etmek istememeleri elbette anlaşılabilirdir. Tahrif edilmiş bir hak
kitaba uyma fikrinden tedirgin olmaları mevzu bahis olabilir. Fakat samimi
Hristiyanların şu gerçeği göz önünde bulundurmaları gerekmektedir: Şu anki İncil'in büyük bir bölümü doğrudur.
Hz. İsa (as)'a indirilen orijinal İncil, çok derin ve hikmetli anlatımlardan,
güzel açıklamalardan oluşan Allah'ın vahyidir ve Kuran'da övülmektedir.
Müslümanlar, tıpkı Hristiyanlar gibi bu hükümlere uymakla yükümlüdürler.
Fakat bunun yanı sıra, İncil'in
aslı yani tahrif edilmemiş bütünü zaten korunmuştur. Gizlendiği yerde,
bulunacağı tarihi beklemektedir. Allah'ın izniyle Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi
(as)'ın zuhurunu göreceğimiz dönemde İncil'in
aslı bulunacaktır. Dolayısıyla Hristiyanların inandığı şekilde hiçbir
değişikliğe uğramamış bir İncil vardır. Buradaki eleştirimiz, şu an hak
kabul edilen fakat içinde pek çok tutarsızlık barındıran 4 İncil'in
değiştirilmiş ve yanlış yorumlanmış bölümlerine yöneliktir. Söz konusu
bölümlerin varlığı, samimi bir gözle bakan her Hristiyanın rahatça
anlayabileceği kadar açıktır. Bu kitapta anlatılanlarla samimi Hristiyan
kardeşlerimiz; akla, vicdana ve mantığa davet edilmektedirler.
Yüce Allah, elbette insanlara yol gösterici olarak
indirdiği hak kitapları korumaya kadirdir. Bazı Hristiyanlar, İncil'in tahrif
edilmiş olduğuna dair açıklamaları kabul etmemek için Rabbimiz'in bu üstün
vasfını delil olarak öne sürmektedirler. Oysa burada gereği gibi anlaşılması
gereken gizli bir hikmet bulunmaktadır:
Tekrar belirtmek gerekir ki, Allah elbette ki Kendi
kitabını korumaya muktedirdir. Yüce Allah tüm kainatta her şeyi kusursuz
yaratmaya da muktedirdir. Fakat kainattaki her şey kusursuz değildir. Kainatta
eksiklikler ve kusurlar vardır ve bunları da yaratan Allah'tır. Allah'ın
eksiklikler yaratmasının özel bir hikmeti vardır. Eksikliklerle bu dünyanın
geçici bir imtihan yeri olduğu, Allah'a karşı aciz varlıklar olduğumuz gerçeği
ve dünyanın değil ahiretin asıl yurt olduğu daima akılda tutulur. Eksiklikler
var oldukça insan böbürlenmez, Allah'a karşı aczini ve Allah'a karşı ihtiyaç içinde
olduğunu daima bilir.
Delilleri son derece açık olan Kutsal İncil'in tahrif
edilmesi de Allah'ın izni ve dilemesiyle gelişen bir olaydır. Bir hikmetle,
Allah'ın özel bir imtihanı gereği böyle yaratılmıştır. Allah böyle yaratıyorsa
ve bu konudaki delilleri açık şekilde gösteriyorsa, bu konuda katı olmak değil,
bunun ardındaki hikmetleri görmek ve anlamak gerekir.
Belli ki, şu anda Hristiyan alemi bununla denenmektedir.
Vicdanlarına uymaya davet edilmektedirler.
Belli ki bu durum, Hz. İsa (as)'nın gelişi ve gerçek
İncil'in aranması için gereken özel bir zorunluluktur.
Bu imtihan ile belli ki yanlış inançlar dünyayı saracak,
insanlar din adına kargaşaya, karmaşaya ve kan dökücülüğe sürüklenecek ve Hz.
İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın gelişi için Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran ve
hadislerde bildirilen ahir zaman alametleri yerini bulacaktır. Dolayısıyla
samimi Hristiyanların üzerine düşen asıl görev, İncil'in gerçek hükümlerinin
aranması ve uygulanmasıdır.
Fakat aynı zamanda Hristiyanların, Kuran'ın, hak olan
İncil'in hükümlerinin tümünü kapsayıp aktardığı gerçeğini de bilmeleri
gerekmektedir. Hak İncil hükümleri Kuran'da bulunmaktadır ve bu sebeple
Müslümanlar da hak İncil'i uygulamakla yükümlüdürler.
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.
(Maide Suresi, 46)
Kuran, İncil'i doğrulayıcı hak bir kitaptır. Dolayısıyla
Müslümanlar, Muhammedi oldukları gibi, hak İncil'i uygulayan birer İsevi ve hak
Tevrat'ı uygulayan birer Musevidirler. Dolayısıyla, samimi bir Hristiyan da
İncil'in gerçeğine uymak ve hak İncil ile hükmetmek istiyorsa, Kuran'da bu
hükümlerin tümünü bulacaktır. Hak İncil, Kuran'da Yüce Allah'ın övdüğü kutsal
kitabımızdır. Allah, İncil'in, gönderildiği dönemde insanlar için yol gösterici
olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
O, sana Kitab'ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak
indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce
(onlar) insanlar için bir hidayet idiler... (Al-i İmran Suresi, 3-4)
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı
doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur
bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt
olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)
Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca
gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik
ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at
olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak
Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi
uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan
birçoğu da fasık olanlardır. (Hadid Suresi, 27)
Sonuç olarak, Hristiyan kardeşlerimizin Kuran'ı,
-önyargılara dayanarak reddetmeden önce- bu bakış açısıyla okumaları
gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki samimiyetle Allah'tan doğruyu yanlıştan
ayıran bir anlayış dileyen her kişi, Allah'ın bu büyük nimetine nail olacaktır.