BİR KISIM
EVANJELİKLERİN ANTİ-CHRİST (DECCAL) DÜŞÜNCESİNDEKİ TEHLİKE
Günümüzde bir
kısım Evanjelikler, İncil'deki deccal tarifini yanlış yorumladıkları için,
Müslümanların ve Musevilerin bir kurtarıcı olarak bekledikleri ve dünyaya barış
getirecek olan Hz. Mehdi (Kral Mesih) hakkındaki açıklamaları kendilerince
deccaliyet ile ilişkilendirmektedirler. Bu son derece tehlikeli bakış açısı
nedeniyle ahir zamanda gelecek ve bütün dünyaya barış getirecek olan Mehdi'nin
vasıflarını deccali vasıflar gibi göstermeye çalışmaktadırlar (Hz. Mehdi (as)'ı
tenzih ederiz). Üstelik bu nedenle barış, sevgi, kardeşlik gibi kavramlardan
bahsedenlere şüphe ile bakmaktadırlar. Öncelikle bu bakış açısında son derece
büyük yanlışlıklar vardır ve bunlar istemeden de olsa, dünyada sevgiyi
kaldıracak ve nefreti yaygınlaştırabilecek tehlikeli düşüncelerdir.
Bütün bir milleti
veya topluluğu toptan deccal ilan etmek vicdansızlıktır
Bir kısım
Evanjeliklerin İncil'e dayanarak yapmış oldukları deccal tarifinde, barış
getirecek bir kurtarıcının aslında deccale işaret ettiği iddiası yer alır. Bu
garip iddianın anlamı şudur, her kim barıştan, sevgiden ve dostluktan
bahsederse potansiyel olarak deccal veya deccal taraftarıdır. Bu yanlış bakış
açısı, dünyada kimsenin barıştan bahsetmemesine, kimsenin birbirine sevgi
duymamasına, özellikle Hz. Mehdi (as)'ın çıkışını bekleyen Müslümanların barış
ve sevgi sözü etmemesine yol açabilecek bir bakış açısıdır ki, oldukça
tehlikelidir. Bu düşünce, dünyanın şu anda en büyük gereksinimi olan inananların
ittifakını da imkansız hale getiren oldukça hastalıklı bir bakış açısıdır.
Bu iddiayla yola
çıkan bazı Evanjelikler, İsrail etrafındaki ülkeler arasından topyekün bir
milleti veya topluluğu hedef almakta, Kitab-ı Mukaddes'te özellikle böyle bir
topluluğun işaret edildiğini iddia etmekte ve o kişileri deccal olarak görmekte
ve göstermekte bir sakınca duymamaktadırlar.
Bu, ilk başta
söz konusu Hristiyanların kendi inandıkları kutsal kitabın esasları ile de
örtüşmeyen bir davranış biçimi ve bakış açısıdır. İçinde yaşayan imanlı, güzel
ahlaklı, masum, iyi niyetli insanları görmezden gelerek bir milleti zan altında
bırakmak, peşinen deccali izleyecek kişiler olarak onları kabul etmek ve buna
göre o topluluğa karşı cephe almak ya da onlara karşı nefreti körüklemek çok
ciddi bir vicdansızlıktır. Her milletin içinde iyi insanlar da olur kötü
insanlar da.
Deccal yanlıları
ve Allah taraftarları her devirde iyilikten veya kötülükten yana olmalarıyla
birbirlerinden ayrılırlar. Dolayısıyla hangi dine mensup olursa olsun bir
millet topyekün kötüdür demek, oradaki masum ve güzel insanları bir anda yok
saymak Allah'ın dininde olmaz. Böyle bir deccal tarifi, çok acımasız,
merhametten ve şefkatten uzak bir tariftir. Böyle tarifler terörü, zulmü,
bozgunculuğu, nefreti teşvik eder. Böyle tarifler insanları bir topluluğa karşı
sebepsiz bir öfkeye hatta saldırıya, savaşa yönlendirir. Böyle bir tarif yapan
söz konusu kişiler, aslında kendilerinin deccale hizmet ettiklerinin farkında
değillerdir.
Normal şartlarda
dinin özünü bilen ve yaşayan bir insanın böyle bir mantığı savunmaması gerekir.
Kardeşliğin, güzel ahlakın, insanlara şefkat ve merhametle bakmanın güzelliğini
yaşaması ve anlatması gerekir. Bir insan, bir topluluğun tümden şeytanın
takipçisi olduğunu iddia edecek bir mantık taşıyorsa, bu durumda o kişinin
dinin özünden haberi yok demektir. Tüm hak dinler insanlara sevgiyle, şefkatle
ve merhametle bakmayı öğütler. Yine tüm hak dinler, deccali, deccalin sistemini
ve deccal taraftarlarını tarif etmiştir. Tüm kötülüklerin kaynağı olan deccali
ayırt etmek ve anlamak son derece kolaydır. Bu tarife göre:
Kan dökmek
isteyen, katliamları, acımasızlığı zulmü destekleyen her kim olursa olsun
deccalin ordusundandır, deccale hizmet etmektedir. Elbette ki bu kişilerin
içinde dinsiz de vardır, Musevi de vardır, Hristiyan olan da vardır, Müslüman
olan da vardır. Fakat, "Müslümanlar deccal ordusu" demek son derece
hatalıdır. Tüm iyilikleri, deccalin bir ön alameti olarak kabul edip sonra da
bunu bir milletle özdeşleştirmek hem günah, hem vicdansızlık hem de ciddi
şekilde mantıksızlıktır. O millete mensup olan masum çocuklar, masum
kadınlar-erkekler, dindar samimi güzel insanlar bir anda yok sayılmış
olmaktadır.
Bu aynı zamanda
kendi kutsal kitaplarına karşı da yapılmış bir iftiradır. Kitab-ı Mukaddes'te
bu manada bir ifade hiçbir şekilde yoktur. Böyle sapkın bir inanışı savunarak
söz konusu Evanjelikler, etraflarındaki insanları da yanlış yönlendirmekte ve
onları topyekün nefrete sürüklemektedirler. Bu, vebali çok büyük olan bir sorumluluktur.
İncil'deki Deccal Tarifleri Darwinizm'le Birebir Uyuşmaktadır
Sonra on
boynuzlu, yedi başlı bir canavarın Roma'nın denizinden çıktığını gördüm.
Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür niteliğinde
adlar yazılıydı. 2 Gördüğüm canavar parsa benziyordu. Ayakları ayı
ayağı, ağzı aslan ağzı gibiydi. Ejderha canavara kendi gücü ve tahtıyla
birlikte büyük yetki verdi. 3 Canavarın başlarından biri ölümcül bir yara
almışa benziyordu. Ne var ki, bu ölümcül yara iyileşmişti. Bütün dünya
şaşkınlık içinde canavarın ardından gitti. 4 İnsanlar canavara yetki veren
ejderhaya taptılar. "Canavar gibisi var mı? Onunla kim
savaşabilir?" diyerek canavara da taptılar.
5 Canavara,
kurumlu sözler söyleyen, küfürler savuran bir ağız ve kırk iki ay süreyle
kullanabileceği bir yetki verildi. 6 Tanrı'ya küfretmek, O'nun adına ve
konutuna, yani gökte yaşayanlara küfretmek için ağzını açtı. 7 Kutsallarla
savaşıp onları yenmesine izin verildi. Canavar her oymak, her halk, her
dil, her ulus üzerinde yetkili kılındı. 8 Yeryüzünde yaşayan ve dünya
kurulalı beri boğazlanmış Kuzu'nun yaşam kitabına adı yazılmamış olan herkes
ona tapacak. 9 Kulağı olan işitsin! (Vahiy, 13)
"Roma'nın denizinden çıkan 10 başlı
canavar"
"Sonra
on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın Roma'nın denizinden çıktığını
gördüm. Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür
niteliğinde adlar yazılıydı"
Roma'nın
denizinden çıkarak Hristiyanlara göre 10 tacın tasvir ettiği 10 krallığa
yayılacak olan deccaliyet, bazı Evanjelikler tarafından 10 ayrı millete sahip
bir ülke olarak kabul edilmiştir ve buna dayanarak deccal tanımlaması
yapılmaktadır. Ancak bu son derece mantıksız bir o kadar da tehlikeli bir
iddiadır.
Söz konusu İncil
pasajında bahsedilen bir ülke veya bir millet değil, 10 krallığa yani çok büyük
bir alana yayılacak olan bir ideolojidir. Ki bu, bütün dünyaya bela getirmiş
olan ve hala yıkıcı etkisi devam eden Darwinizm'dir. Çıkış noktası İngiltere
olan ve bütün dünyaya yayılan sahte ideoloji Darwinizm, insanı kendince hayvan
statüsüne koyarak, yaşamın tesadüfen var olduğu iddiasını yaygınlaştırmaya
çalışmaktadır. Güçlünün zayıfı ezmesinin hayatın bir gereği olduğu yalanını
telkin ederek, bütün belalara, savaşlara, katliamlara, soykırımlara sebep
olmuştur.
20. yüzyıl ve
sonrasında dünyayı felaketlere sürükleyen Darwinizm, içinde bulunduğumuz ahir
zamanda ortaya çıkacak deccalin tanımına mükemmel şekilde uymaktadır. Bir kısım
Evanjelikler, kendilerince ülkeleri ve milletleri deccal olarak etiketleyerek
hem günaha girmekte hem de ciddi şekilde vakit kaybetmektedirler. Gerçek
deccal, bütün dünyada etkisini sürdürür, dünyayı felakete sürüklemeye devam
ederken, Evanjelikler yaptıkları yanlış teşhisle vakit kaybetmekte ve asıl
mücadele etmeleri gereken hedefi görememektedirler. Deccal bu şekilde aslında
onları da oyalamaktadır.
Nitekim İncil
pasajındaki diğer bölümler incelendiğinde de bahsedilenin Darwinizm olduğu
görülmektedir:
"Bütün dünya şaşkınlık içinde canavarın
ardından gitti."
Vahiy 13'te
anlatılan deccal tarifinde, söz konusu canavarın bütün dünyaya yayılacağından
bahsedilmektedir. Bu, Evanjeliklerin "bir milletin deccalliği"n
deccalliğortadan kaldıran bir ifadedir. Ve yine bu, bahsedilen deccaliyetin,
insanların peşinden koşacağı bir fikir akımı olacağını da teyit eder
niteliktedir. Gerçekten de Darwinizm, baştan aşağıya bir sahtekarlık olmasına,
hiçbir bilimsel delile dayanmamasına, bilimsel keşifler ve deneylerle sürekli
olarak yanlışlanmasına rağmen bütün dünyayı peşinden sürüklemiştir.
Vahiy 12'de
belirtilen "Bütün dünya şaşkınlık içinde canavarın ardından gitti"
ifadesinde "şaşkınca" kelimesi oldukça dikkat çekicidir. Bununla
insanların şaşkınlık içinde, yani ne yaptıklarını bilmeden deccalin peşinden
gittikleri bildirilmektedir. Nitekim Darwinizmin yayılışı da böyle olmuştur.
Delilsiz bir teori, çeşitli sahtekarlık yöntemleriyle provoke edilmiş ve tüm
dünya, ne yaptığını bilmeksizin bu ideolojinin bilerek veya bilmeyerek
savunucusu oluvermiştir. Hatta öyle ki Darwinist diktatörlük bütün devletleri,
bütün üniversiteleri, bütün eğitim kurumlarını, bütün resmi kurumları ve bütün
basını etkisi altına almıştır.
"İnsanlar canavara yetki veren ejderhaya
taptılar."
Söz konusu
tarifte belirtilen canavara yetki veren ejderha, Darwinizm'in kendisine sahte
ilah edindiği bilimdir. İnsanlar, bilim ismini Darwinizm'i haklı çıkarmak için
kullandılar ve kullanmaktalar. Bilim Darwinizm'i reddetmiş olmasına rağmen
bilimsellik adı altında ortaya çıkar ve bilimi [Haşa] Allah'ın yerine koyarlar.
Nitekim bazı Darwinist yayınlarda "bilim yeni Tanrı" başlığının
atılması tam bahsedilen kehanetin gerçekleştiğini göstermektedir. (Allah'ı
tenzih ederiz)
"Canavar gibisi var mı? Onunla kim
savaşabilir?" diyerek canavara da taptılar.
Darwinizm'in
çeşitli odaklar tarafından yaygınlaştırılması, bütün dünyaya hakim edilmesi ve
Darwinist diktatörlüğün etkisiyle "reddedilemez" hale getirilmesi
sonucunda insanlar bu büyük deccali akıma teslim oldular. Nitekim şu anda
dünyada herhangi bir profesörün, bir devlet adamının, bir öğretmenin, bir
öğrencinin, bir yazarın Darwinizm aleyhine söz söylemesi mümkün değildir. Bu
kişiler hemen işlerinden atılır, sosyal çevrelerinden dışlanır, kariyerlerinden
olurlar. İşte Darwinist diktatörlüğün bu hakimiyeti ve bu dayatmacı ve zorbaca
baskısı sebebiyle şu anda bütün insanlar Darwinizm'e boyun eğmiş durumdadırlar.
Pek çoğu doğruyu bilmelerine rağmen Darwinist diktatörlüğün gücüne karşı
koyamadıklarından, ona itiraz etmek yerine teslim olmuşlardır. Buradaki tanım
tam olarak günaümüzü tarif etmekte, Darwinist diktatörlük karşısında bazı
insanların boyun eğmişliğini tanımlamaktadır. İşte bu deccaliyettir.
"Tanrı'ya küfretmek, O'nun adına ve
konutuna, yani gökte yaşayanlara küfretmek için ağzını açtı"
Darwinizm, tam
olarak bu sözlerde ifade edildiği gibi, Allah inancına karşı çıkabilmek
(Allah'ı tenzih ederiz) için ortaya atılmış bir teoridir. Gerçekten de, ilk
günden itibaren dünya çapında ateizmi beslemiş ve Allah'a inananlarla,
Yaratılışı savunanlar daima evrim savunucularının birer hedefi haline
gelmiştir. Ateist ideolojilerin tümünün en temel çıkış noktası Darwinizm'dir.
Dolayısıyla bu özelliği ile Darwinizm söz konusu pasajda geçen deccal tanımına
tam olarak uymaktadır.
"Canavar her oymak, her halk, her dil,
her ulus üzerinde yetkili kılındı."
Gerçekten de Darwinizm'in
şu an dünyada ulaşmadığı tek bir köy, tek bir kasaba dahi bulunmamaktadır.
Deccal kirli ideolojisini her yerde yaygınlaştırmış, her yere ulaşmıştır.
Bütün bu
açıklamalardan çok net olarak anlaşılmaktadır ki, İncil'de tarif edilen deccal
tanımı günümüzde tüm topluluklara zehirini yayan Darwinizm'in tam tanımıdır.
Nitekim Tevrat ve Kuran'da yapılan deccal tarifleri de birebir şekilde
Darwinist ideolojiyle örtüşmektedir. Kutsal Kitaplarda, çeşitli tanımlamalar ve
tariflerle hep aynı deccal haber verilmiştir. Deccal, bazı Evanjeliklerin
inandığı şekilde bir ülke, bir millet ya da bir topluluk değil; toplulukları,
milletleri ve ülkeleri hakimiyeti altına alan Darwinizm'dir.
Deccal tarifinde
yanılgıya düşen bir kısım Evanjeliklerin yanlış takiyye kavramı
Burada bahsini
ettiğimiz bir kısım Evanjeliklerin tehlike oluşturan yönleri; iyiyi, güzeli,
barışı ve sevgiyi savunanlara deccal yakıştırması yapmalarıdır. Bu garip
anlayışa göre, Hristiyan olmayan bir kişi veya topluluk potansiyel deccaldir ve
eğer barışı, kardeşliği, dostluğu, sevgiyi savunursa, deccal olduğunun da
ilanını yapmış olmaktadır. Evanjelikler, Kuran ve Tevrat'ta bildirilen
"kurtarıcı Mehdi" tarifini de yanlış yorumlayarak deccal olarak
algılamaktadırlar. Öne sürdükleri bu yanlış deccal anlayışı ile adeta insanlara
"barışı savunmayın", "insanları kardeşliğe, güzelliğe, birliğe
davet etmeyin", "dostluğa ve kardeşliğe davet edene şüphe ile
bakın" düşüncesini aşılamaktadırlar. Aslında kendileri farkında olmasalar
da hatta istemeseler de, deccalin isteğini yerine getirmekte, iyiyi kötü
göstererek deccalin amacına hizmet etmektedirler.
Bazı Evanjelik
Hristiyanların, Müslümanlara yönelik yanlış inançlarından bir tanesi de takiyye
konusunda yaptıkları açıklamalardır. Takiyye, "korunmak, saklanmak"
anlamlarına gelen bir kelimedir. Kuran'da Nahl Suresi'nin 106. ayetinde, "Kim
imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş
olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkara göğüs açarsa, işte onların
üstünde Allah'tan bir gazab vardır ve büyük azap onlarındır"
açıklaması yer almaktadır. Bu ayette, iman etmiş olmasına rağmen baskı altında
bulunan bir kişinin, kendi canının veya başkalarının canının tehdit altında
olduğu bulunduğu zor durumdan kurtulabilmek için, geçici olarak imanını inkar
edebilmesi anlatılmaktadır. Bir başka deyişle, canı, malı, ailesi veya ülkesi
kesin ve muhtemel tehlikelerle karşı karşıya kaldığında kişinin geçici olarak
takiyye yapması yani diliyle imanını inkar ettiğini söylemesi meşrudur.
Takiyyenin bunun dışında bir anlamı yoktur.
Her nedense
hükmü bu kadar açık olan bir kavram, bazı Evanjelikler ve bazı İslam
karşıtlarının farklı yorumlarına maruz kalmıştır. Bu kişiler, Kuran'da son
derece açık izah edilmiş olan bu konuyu kendilerince, "barış yanlısı
Müslümanların tüm hayatlarını bir yalan üstüne kurdukları ve bütün insanları
aldatabilmek için bu yalanı savunarak yaşadıkları" şeklinde yorumlarlar.
Aslında bu bir yorumlamadan öte, açıkça bir iftiradır. Bunu iddia eden kişiler
Müslümanlara, "barışı savunuyorlar fakat eninde sonunda gerçek yüzlerini
gösterip katliam yapacaklar" iddiasıyla iftira atmakta, diğer bazı İslam
karşıtları da "barışı ve fikir ve inanç özgürlüğünü savunur gözüküyorlar,
oysa bütün insanları zorla İslam'a çevirmeye çalışacaklar" diyerek konuyu
saptırmaktadırlar. Bu açıkça bir yanlış, büyük bir yanılgıdır.
Öncelikle gerçek
Müslümanlar Allah'ın Kuran'da bildirdiğine kayıtsız-şartsız inanırlar ve
uygularlar. Kuran'da bildirilen ise sevgi, barış, merhamet, affediciliktir.
İslam dininin özü olan samimiyet ise kalbin ve sözün bir olmasıdır. Dolayısıyla
müslümanlar Kuran dışında bir ahlak göstermekten şiddetle kaçınırlar. Allah'ın
emirlerine uygun olarak her zaman barışın, sevginin, kardeşliğin, merhametin
savunuculuğunu yaparlar.
Takiyye, ayetten
de anlaşılabildiği gibi baskı altındaki kişinin içinde bulunduğu durumdan
kurtulabilmesi için diliyle imanını inkar ettiğini söylemesidir. Bir Müslümanın
hayatında belki de hiç karşılaşmayacağı son derece özel bir durum için geçerli
olan böylesine bir izahın, bir Müslümanın tüm hayatına mal edilebilecek şekle
çevrilmesi şaşılacak bir olaydır. Bu yanlışlığa düşen kişiler gerçek
İslamiyet'ten haberdar değildirler, Kuran'da bildirilen din ahlakının
samimiyet, dürüstlük üzerine kurulu olduğunu bilmemektedirler. Müslüman,
hayatını yalanla yaşamaz, bu haramdır. Müslüman tüm hayatını Müslümanlığın
getirdiği dürüstlük ile yaşar. Sevgiyi ve barışı ise takiyye olsun diye değil,
Kuran'da Allah'ın emri olduğu için savunur.
Burada çok ciddi
bir mantık bozukluğu vardır. Düşünün ki bir insan, Allah rızası için bütün
hayatını barışa, kardeşliğe, insanları dost hale getirmeye adayacak ve
sonrasında binbir güçlükle bir araya getirdiği ve sevgi birliği kurduğu
insanları aniden katletmeye karar verecek. Öncelikle bu çok mantıksız ve sapkın
bir bakış açısıdır. Bir insan eğer şeytani fikirliyse ve insanları katletmek
istiyorsa, özellikle katliamların son derece yaygın olduğu günümüzde bunun için
takiyye yapmasına gerek yoktur. Bu deccali ve şeytani fikrini zaten her şartta uygulayabilir.
Nitekim dini kendilerince bir malzeme olarak kullanan deccal yanlıları
kişilerin günümüzde bunu umarsızca uygulamakta olduklarını biliyoruz. Bu
kişiler din adına ortaya çıkmakta, "dinin emri gereği" katil
olduklarını iddia etmekte, büyük bir iftira ile dine ve dindarlara iftira
atmakta ve yalan söylemektedirler. İşte asıl deccaliyet budur.
Deccale asıl
hizmet edenler sevgiyi, barışı, şefkati yasaklayanlardır
"Barışı
savunanlar takiyye yapıyor" diyen bir mantığa göre, Hristiyan olmayan
bütün barış yanlıları deccal ilan edilmelidir. Bütün sevgi taraftarlarına
deccal olarak bakılmalıdır. İnsanların din, dil, ırk, kültür, milliyet ayırımı
olmadan bir araya gelmelerini isteyen herkes deccaldir. Şefkati savunan
deccaldir. Dostluğu savunan deccaldir. Kısacası, Kuran'da, Tevrat'da ve
İncil'de Allah'ın övdüğü bütün güzel ahlak özelliklerini bir Müslümanın yapması
bir nevi yasaklanmıştır. Çünkü bir Müslüman eğer güzel ahlak gösterirse,
barışı, sevgiyi ayakta tutarsa, o zaman söz konusu Evanjeliklerin deccal
tarifine girmektedir. Dolayısıyla dünyada birlik, kardeşlik ve dinler arası
ittifak oluşturmaya çalışan gerçek Müslümanlar ile bir Evanjelikin dost
olabilmesi imkansız görülür. Çünkü dostluk isteyenin deccal olduğu düşünülür,
dostluk istemeyenin de düşman. Bu garip mantık, güzel ahlaklı olmayı adeta
yasaklamaktadır.
Bu düşünce
dünyayı felakete götürmeye yeterlidir. Bu düşüncede dünyada barış kalmaz,
merhamet, affedicilik kalmaz. Böyle bir anlayışta dünya barışının olması,
insanların sevgi ile bir araya gelmeleri imkansızdır çünkü dünyanın %23'ünü
oluşturan dev bir kesimin, deccalin taraftarları olduğuna inanılmaktadır.
Deccalin taraftarları ile ittifak mümkün olmayacağına göre, Müslümanlardan her
daim uzak durmak, onların barış çağrılarına kanmamak, kardeşlik, dostluk,
birlik ve beraberlikten bahsediyorlarsa buna inanmamak gerektiği düşünülür.
İşte bir kısım Evanjeliklerin öne sürdüğü ve binlerce insanı peşlerinden
sürükledikleri çarpık ve son derece tehlikeli mantık budur.
Bu konudaki
önemli örneklerden biri de kendilerini Müslüman gibi gösteren bir kısım
radikallerin Musevilere yönelik sapkın iddialarıdır. Onlar da, yukarıda
tarifini yaptığımız sapkın bakış açısını, Müslümanlar üzerinde, Musevilere
uygulatmaya çalışmışlardır. Onların telkinine göre Musevilerden nefret
edilmeli, onlarla asla dost olunmamalıdır. Söz konusu radikaller bu konuda çok
ciddi çalışmalarda bulunmalarına rağmen biz KURAN'A UYAN GERÇEK DİNDARLAR
OLARAK Musevilere yönelik böyle bir bakış açısının olmaması gerektiğini çok iyi
biliriz. Bizim karşılaştığımız Tevrat'ın özlü hükümlerine uyan Museviler,
"biz dünyaya barış getirmek istiyoruz, Tevrat bize bunu anlatıyor"
dediklerinde biz yalnızca buna inanırız. Çünkü onlar da, tıpkı bizim yaptığımız
gibi, dinin özünü, yani barışı ve sevgiyi savunmaktadırlar.
Aynı durum
Hristiyanlar için de geçerlidir. Müslüman olduğunu iddia eden bir kişi, Hz. İsa
(as)'ın gelişini beklediğini söyleyen bir Hristiyanın aslında takiyye
yaptığına, yakın bir zamanda gelip kendisini kesip doğrayacağına inanabilir.
Aslında bir kısım Hristiyanların Müslümanlara yönelik şu anki bakış açılarına
bakıldığında, böyle bir vehme kapılmak da son derece kolaydır. Fakat hiçbir
gerçek Müslüman, gerçek bir Hristiyandan bunu beklemez. Bunu takiyye olarak
değerlendirmez. İncil'e uyan gerçek bir Hristiyanın gerçekte sevgi ve şefkat
dolu olduğunu bilir. Dolayısıyla "güzel olanı savunuyor demek ki
deccal" şeklindeki bakış açısı, hem olağanüstü mantıksız, hem son derece
sapkın, hem de Allah'ın yarattığı gerçek din anlakının tam anlamıyla dışında
bir iddiadır.
Bir kısım
Evanjelikler bu iddialarıyla, aslında günümüzde devam etmekte olan ve bütün
insanlığa felaket, huzursuzluk ve dehşet getirmiş olan savaş ve çatışma
ortamını bir nevi desteklemektedirler. Büyük bir kısmı bunun farkında olmayabilirler
ama yaptıkları tahribat büyüktür. İnsanlara, asla barışın gelmeyeceği telkinini
vermekte, kitle katliamlarının, dehşet senaryolarının devam edeceğini
söylemektedirler. Yepyeni korku toplumları oluşturmakta ve bu toplumları
İncil'in özünden tamamen uzak, nefret ve kin dolu yapılanmalar haline
getirmektedirler. Bunu, İncil'e ve Hristiyanlığa hizmet zannetmekte, aslında bu
yöntem ile –bilerek ya da bilmeyerek- günümüzde tüm dünyaya hakim olmuş olan
deccali sisteme hizmet etmektedirler. İşte bu yüzden söz konusu kişilerin, bir
gelenek haline getirilen ve bazı kesimler tarafından körü körüne inanılan bu
iddianın ne kadar büyük bir tehlike olduğunun bir an önce farkına varmaları
gerekmektedir.
Müslümanlar
Kuran'a göre Musevi ve Hristiyanlara sevgi ve şefkat duyarlar. Bu takiyye
değil, Kuran'ın hükmüdür
"Müslümanların
barış isteyerek takiyye yaptıkları" iddiasında bulunanların gerçekte Kuran
hükümleri hakkında yeteri kadar bilgilerinin olmadığı da açıktır. Kuran'da
Museviler ve Hristiyanlar, Müslümanların koruması ve güvencesi altına
verilmiştir. Bir Müslüman mutlaka Kitap Ehli'ne şefkat ve sevgi göstermekle
yükümlüdür. BU HÜKÜMLER TAKİYYE OLSUN DİYE DEĞİL, SEVGİ VE DOSTLUĞUN TEMELİ
OLAN GERÇEK KURAN AHLAKI YAŞANSIN DİYE vardır. Bir Müslüman, gerçek Kuran
ahlakını yaşadığı için Kitap Ehli'ne sevgi ve şefkat duyar.
Dahası Kuran
hükmüne göre, bir Müslüman Kitap Ehli'nden bir kadın ile evlenebilir, onun
yemeğini yiyebilir. Bir insan nasıl evlendiği, çocuklarının annesi olan,
"eşim", "karım", "sevgilim" dediği bir insanı
aniden bir gün karar verip kesmeye kalkar? Bu nasıl bir iddiadır ki, yıllarca
iyi davranıp, birlikte aile kurup, çocuklarını yetiştirip, sevgi ve saygı
gösterdikten sonra Müslüman erkek aniden karar verecek ve "ben aslında
takiyye yaptım, seni şimdi katledeceğim" diyip silaha sarılacak?
Bu delice bir
inançtır, delice bir şüphedir. Söz konusu Evanjelikler, savundukları iddianın
getirdiği bu gibi mantık bozukluklarını anlayamamaktadırlar. Gerçek Kuran
hükümlerini de bilmedikleri için doğru bir değerlendirme yapamamakta ve bunun
sonucunda da önemli bir kesim bilgisizce İslam karşıtı haline gelmektedir.
Dolayısıyla yeryüzünde kesin bir barış ve dostluk hiçbir şekilde
sağlanamamaktadır.
Hz. Mehdi (as)
kan akıtmayacaktır ve bu hükmün dışına asla çıkamaz
Bir kısım
Evanjelikler, bir süre sonra Hz. Mehdi (as)'ın takiyye yaptığının
anlaşılacağını iddia etmektedirler. Sözde Hz. Mehdi (as) barışçıl politikasını
terk edecek ve dehşetli katliamlar yapacaktır. Bu akılalmaz iddiaya en güzel
cevap Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde verilmiştir. Ayrıca hadislere benzer
ifadeleri Tevrat pasajlarında da görmek mümkündür.
Müslümanların
inandığı ve Peygamberimiz (sav)'den rivayet edilen hadislerle oldukça detaylı
tarif edilmiş olan Mehdi'nin en büyük vasfı, başa geçtiğinde TEK BİR DAMLA DAHİ
KAN AKITMAYACAK OLMASIDIR. Bur urada vurgulanması gereken önemli bir nokta
vardır: Mehdi'nin kan akıtmayacak olması Peygamberimiz (sav)'ın emridir.
Peygamberimiz (sav)'de bunu, kendisine bildirilen vahiy ile söylemiştir. Dolayısıyla
Hz. Mehdi (as)'ın bu hükmün dışına çıkması imkansızdır. Eğer bir kişi, bu
hükmün dışına çıkar ve kan akıtırsa, bu durumda o kişinin Müslümanlıkla ilgisi
kalmamış demektir. Hz. Mehdi (as), Peygamberimiz (sav)'in emrini, severek,
isteyerek, şevkle ve istekle mutlaka uygulayacaktır. Bunun dışında hareket
etmesi mümkün değildir, zaten etmez de.
Bir kişinin Hz.
Mehdi (as) olabilmesi için sahip olması gereken özellikler hadislerde detaylı
olarak belirtilmiştir. Hz. Mehdi (as)'ın sevgiyi, barışı, kardeşliği, merhameti
ön planda tutacağı, bunu yaymak için ilimle mücadele edeceği, insanların
imanına vesile olacağı haber verilmiştir. Mehdi (as) İslam ahlakının
güzelliklerinin yaşanmasına vesile olacaktır.
İslami
kaynaklarda bildirilen Mehdi; Musevi kaynaklarda geçen Kral Moşiyah ve İncil'de
Faraklit ve su testisi taşıyan adam tarifleriyle belirtilen kişi ile aynıdır.
Şu anda Mehdiyet devrini yaşıyoruz. Allah'ın izniyle Hz. Mehdi (as) da hayatta
ve faaliyette, bizler yalnızca zuhurunu bekliyoruz. Dolayısıyla içinde
bulunduğumuz dönem Mehdi dönemi olması itibariyle, BUNDAN SONRA SAVAŞ
OLMAYACAKTIR. BÜYÜK SAVAŞLAR SONA ERMİŞTİR. Savaş söylentileri yayılmaya bir
süre daha devam edecek fakat savaş gerçekleşmeyecektir. Dolayısıyla bir kısım
Evanjeliklerin savaş beklentileri bir sonuç vermeyecektir.
Hz. Mehdi (as)
silahları imha edecek ve insanlara faydalı hale getirecektir
İslam'a göre Hz.
Mehdi (as)'ın en büyük vasıflarından biri, başa geçer geçmez silahların tümünü
ortadan kaldırmasıdır. Bu Tevrat'ta da geçen bir hükümdür ve buna göre Kral
Moşiyah (Mehdi) başa geçtiği anda bütün silahları imha edecektir. Bütün
silahlar eritilerek endüstride kullanılacak ve insanlara faydalı hale
getirilecektir. Küçük bir grubun savaş söylentileri yapması, Allah'ın bu dünya
için belirlediği güzel kaderi değiştiremeyecektir.
Bu dünyanın
kaderi Altın Çağ'a doğru gitmektedir. Evet, günümüzde Mehdi'nin çıkışından
evvel, İncil'de de belirtilen doğum sancıları olacaktır ve olmaktadır. Dünyada
gerçekleşen karışıklıklar bu doğum sancısına işaret etmektedir. Fakat bunların
hiçbiri, büyük bir dünya savaşını beraberinde getirmeyecektir. Hadislere göre
savaş söylentileri olacak ama savaş çıkmayacaktır. Deccal, Hz. Mehdi (as)
tarafından yenilgiye uğratılacaktır. Bu da, bazı Evanjeliklerin beklediği
şekilde kan ve katliamlarla değil sevgiyle, merhametle, dostlukla, ilimle
olacaktır.
Hz. Mehdi'nin Kan
Akıtmayacağı ile ilgili Bazı Hadisler
İnsanlar,
bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)'nin çevresinde
toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle
doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz
ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri
döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)
Hz. Mehdi
(as), Peygamber (sav)'in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN
DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163)
Bu (Emir) de
(Hz. Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları
gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Zulüm ve
fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (A.S.)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP
TAŞACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
Kap su ile
dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir kimse arasında bir DÜŞMANLIK
KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN DÜŞMANLIKLAR, BOĞUŞMALAR, HASETLEŞMELER MUHAKKAK
KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136)
... Onun
(Hz. Mehdi (a.s.)) döneminde iyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile
iyilik yapılır." (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.
17)
Hz. Mehdi (as)
ilmi mücadele ile insanlara savaşı unutturacak, barış ve sevgi ortamını
oluşturacaktır
Hz. Mehdi (as)
hiçbir şekilde kan akıtmayacağına ve tüm silahları imha edeceğine göre, bir
kısım Evanjeliklerin iddialarının asılsız olduğu açıktır. Hz. Mehdi (as)'ın kan
akıtmama vasfı, yıllar boyunca barış için verdiği ilmi mücadelenin sonucunda oluşacaktır.
İnsanlar, kardeşler olarak birbirlerini kucaklayacak ve gerçek anlamda sevgi
ortamı oluşacaktır. Hz. Mehdi (as), bu ortamın oluşabilmesi için hayatı boyunca
tüm insanlara, tüm dindarlara dostluk ve barış mesajları verecektir. Tüm dünya
barış fikrine sahip çıkacak, sevginin güzelliği konusunda eğitilecek ve nefreti
bir kenara bırakacaktır. Dolayısıyla dünyanın şiddetli bir bozukluk ve
karışıklık içinde olduğu bir dönemde sevgi ve muhabbet tohumları zorlukla ve
müthiş bir çabayla atılmışken, söz konusu Evanjeliklerin iddia ettiği şekilde
Hz. Mehdi (as)'ın birdenbire "bu yalnızca bir takiyyeydi, aslında tüm
bunları bir katliam için yaptım" demesi hadislere, Kuran ve Tevrat
hükümlerine uymadığı gibi, olağanüstü derecede de mantıksızdır.
Silahlar ortadan
kalkmış, tüm insanlar barışın gerekliliğine inanmış, birbirlerini sevmişler,
adalet sağlanmıştır. Bütün bunları türlü çeşit zorluklarla, iftiralara,
suçlamalara, tehditlere rağmen yıllarca verdiği ilmi mücadele ile başarmış olan
Hz. Mehdi (as), bir anda karar verip nasıl Hristiyanların iddia ettiği şekilde
bir katliam yapabilir? Hz. Mehdi (as) zaten bunu yapmayacaktır, fakat bunun
yanında ortam da artık savaşa müsaade vermeyecek şekilde değişmiştir. Etrafta
barış yanlısı insanlar vardır ve tek bir tane bile silah yoktur. Silahlar
eritilmiş, ortadan kaldırılmıştır. Herkes Kuran'a göre barışın gerekliliğine
kalben inanmışken hangi bilgiyle insanlar savaşın gerekliliğine ikna
edilebilir? İnsanlara Kuran'dan deliller getirilmiştir, ayetler söylenmiştir, Kuran'a
göre yeryüzünde barışı hakim etmeleri gerektiği öğretilmiştir. Hristiyanlara ve
Musevilere sevgi ve şefkatle yaklaşmaları gerektiği anlatılmıştır. Herkes,
bunların Allah'ın emri olduğunu anlamıştır. Artık bu insanlar bunun aksine
nasıl ikna edilebilirler?
Bu elbette son
derece mantıksızdır. İşte insanların savaşı unutmaları, artık savaşa ikna
olamayacakları hale gelmeleri, Hz. Mehdi (as)'ın varlığı ile mümkün olacaktır.
Hz. Mehdi (as) döneminde Kuran'a göre doğru hüküm insanlar üzerinde yerleşmiş
olacaktır. Doğru hükmü kimse hiçbir şekilde bozamaz. Mehdiyet devri, Kuran'ın
sevgi dolu sıcaklığının, barış içinde yaşanan o huzur ortamının yaşandığı
muazzam bir dönem olacaktır.
Bütün inananlar
dünyayı güzellik, sevgi, barış mekanı yapmakla yükümlüdürler
Bu bölümde
kısaca değindiğimiz iddiaları ortaya atan söz konusu Evanjelikler İncil'i seven
insanlar olmalarına rağmen, İncil'de göremediğimiz ürküntü verici bir fanteziyi
doğru kabul edecek hale gelmişlerdir. İşte bu kişilerin gözardı ettiği asıl
deccal, inançlı insanlar üzerinde bile böylesine dehşet verici bir etki
bırakabilmektedir. Atların boğazına kadar ulaşacak kan beklentisi içinde olan
bir din savunucusu, açıkça bir kabus yaşamakta ve kendi taraftarlarına da aynı
kabusu yaşatmaktadır. İşte deccali sistem, burada hemen kendini göstermektedir.
Bir insan gerçek
Müslümansa, barışı istemek ve savunmakla yükümlüdür. İnsanlar arasında sevgi ve
şefkat birliği kurmakla yükümlüdür. Bir insan gerçek Müslümansa, Hristiyana
karşı kin besleyemez, Museviye karşı kin besleyemez. Bunlar ona haramdır. Hatta
Müslüman, iman etmeyen bir insanı bile canı pahasına korumakla, onu sağsalim
gideceği yere ulaştırmakla yükümlüdür. Bu, Müslümanın Kuran'da bildirilen bir
vasfıdır:
Eğer müşriklerden
biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş
olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette
bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)
Müslüman Kuran'a
göre, kim olursa olsun kendisine sığınanı korumakla yükümlüdür. Eğer bir
Müslüman bu ahlakın dışına çıkarsa, zaten Müslümanlık vasfını kaybetmiş olur.
Bu, onun hayatı boyunca sürdürmesi gereken bir güzel ahlak özelliğidir. Ayrıca
hadislerde Müslümanların ve Hristiyanların deccale karşı ittifak edecekleri de
bildirilmektedir. Hz. İsa (as) geldiğinde Hz. Mehdi (as) ile birlikte hareket
ederek, deccali ilimle yok edecektir. Deccaliyetin yok edilmesi ve dünyaya
barışın hakim olması için, bu iki dinin mensuplarının ittifak etmesi son derece
önemlidir.
Tüm dinlerin ve
peygamberlerin aşığı olan Hz. Mehdi (as) zuhur ettiğinde, Allah, o güçlü aşkın
güzelliğini de dünyaya getirecektir. Dünya, sevgi ve barış mekanı olacak,
güzellikler ve bolluklar diyarı olacaktır. Söz konusu Evanjeliklerin, yanlış ve
son derece tehlikeli olan bu ürkütücü senaryolardan kurtularak, gerçek Mehdi ve
Mesih sevincini yaşamaları ve bu güzel barış ortamı için sevgi ve kardeşliği
yayarak hazırlık yapmaları elzemdir. Allah'ın istediği budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder