ÜÇLEME YANILGISI
Allah Sebeplerden
Münezzehtir ve Çocuk Edinmemiştir
Üçleme
yanılgısı, üç bölüm olarak ele alınacaktır:
Birinci bölümde
Kilise'nin 1870 yılında aldığı üçlemenin bir "akıl ve mantık konusu değil,
üzerinde düşünülmemesi gereken bir sır" olduğuna dair kararının üzerinde
durulmaktadır. Üçleme karmaşasının nasıl zaman içinde "düşünülmemesi
gereken" bir dogma haline getirildiği izah edilmekte ve samimi
Hristiyanlar Allah'ın vasıfları konusunda derin düşünmeye davet
edilmektedirler.
İkinci bölümde
bazı Hristiyanların üçleme iddialarının din ve mantık dışı olduğuna İncil ve
Tevrat'tan deliller getirilmekte ve bu konuda Hristiyanların önemle düşünmeleri
gereken çeşitli mantıklar sunulmaktadır.
Üçüncü ve son
bölümde ise, Hristiyanlara maddenin hakikati konusunda çok önemli bilgiler
verilmektedir. Maddenin gerçek mahiyeti ile ilgili verilmekte olan bu bilgiler
üçleme yanılgısının dayandırıldığı bütün iddiaları kesin olarak ortadan
kaldırmakta ve Hristiyan kardeşlerimizin hayatını değiştirecek, şimdiye kadarki
bakış açılarını tamamen gözden geçirmelerini sağlayacak yeni bir anlayış
sunmaktadır.
1. BÖLÜM
Yaratılan Her Şeyde, "Düşünebilen Bir
Topluluk İçin Ayetler Vardır" (Nahl Suresi, 11)
Ellerimizin,
hücrelerimizin, DNA, protein, enzim gibi yapıların; çeşit çeşit yaratılmış
canlıların, kuşların uçmasının, balıkların yüzmesinin, yaprakların fotosentez
yapmasının, göklerin, yıldızların, gezegenlerin, Güneş'in, Ay'ın, ağaçların
baharda yeşermesinin, canlıların kış uykusuna yatmalarının, günlerin 24 saat
olmasının, yağmurların, karların, kısacası görüp bildiğimiz, duyduğumuz,
varlığından haberdar olduğumuz her şeyin bir amacı vardır. Bütün bunları
düşünmeden, varlıklarının hikmetini anlamadan, onları görüp geçerek yaşamak
kolaydır. İşte bazı insanları diğerlerinden ayıran en derin fark, kolaya tabi
olmamaları, yaratılan her şey üzerine derin derin düşünmeleridir. Allah,
Kuran'da da İncil'de de derin düşünme özelliğinin iman edenlere has bir özellik
olduğunu belirtmiştir.
Eğer insan
düşünmezse, kendisinin de bu hayatın da yaratılış amacını anlamaz. Eğer
düşünmezse, nereden geldiğini, sorumluluklarının ne olduğunu ve nereye gideceğini
bilmeden, hayatını boş, amaçsız ve gayesiz geçirebilir. Fakat insan, diğer
canlılardan farklı olarak akla, vicdana, düşünme ve muhakeme etme yeteneğine
sahiptir. Dolayısıyla önemli bir yükümlülüğü vardır. Nasıl ve ne için
yaratıldığını düşünmek, Yaratan'ı anlamak ve O'na karşı sorumluluklarını yerine
getirmekle yükümlüdür. İnsan, bu yükümlülüğünü gözardı ederek de yaşayabilir.
Bu onun seçimidir. İşte insanlar, yaptıkları bu seçim ile birbirlerinden
ayrılırlar. İman edenleri, akledenleri ve ahirette kazançlı çıkacak olanları
diğerlerinden ayıran en büyük fark Yaratılış delilleri ve ayetler üzerinde
derin düşünmeleri ve Yaratıcımızı gereği gibi anlayabilmeleridir.
Nitekim İncil'de
ve Tevrat'ta da derin düşünmenin önemine dikkat çekilmektedir:
...
Düşünmüyor musunuz?
Anlamıyor musunuz? Yüreğiniz öylesine mi katılaştı? (Markos, 8:17)
Dediklerimi
iyi düşün. Rab sana her konuda anlayış verecektir. (Pavlus'tan Timoteos'a 2.
Mektup, 2:7)
Kardeşlerim,
aldığınız çağrıyı düşünün... (Pavlus'tan Korintlilere 1. Mektup, 1:26)
... Gökteki
değerlerin [Allah'ın Katında değerli olan şeylerin] ardından gidin....
Yeryüzündeki değil, gökteki [Allah'ın Katı'ndaki] değerleri düşünün...
(Pavlus'tan Koloselilere Mektup, 3:1-2)
Rab'bin
işleri büyüktür, onlardan zevk alanlar hep onları düşünür. (Mezmurlar, 111:2)
Böylece
bütün bunları düşünüp taşındım ve şu sonuca vardım: Doğrular, bilgeler ve
yaptıkları herşey Allah'ın elindedir… (Vaiz, 9:1)
… huzurunda,
düşündükçe korkarım O'ndan. (Eyüp, 23:15)
Yatağıma
uzanınca Seni anarım, gece boyunca derin derin Seni düşünürüm. (Mezmurlar,
63:6)
Ancak
zevkini Rab'bin Yasası'ndan alır ve gece gündüz onun üzerinde derin derin
düşünür. (Mezmurlar, 1:2)
Rab'bin
işlerini anacağım, Evet, geçmişteki harikalarını anacağım. Yaptıkları üzerinde
derin derin düşüneceğim, bütün işlerinin üzerinde dikkatle duracağım.
(Mezmurlar, 77:11-12)
Önderler
toplanıp beni kötüleseler bile, ben kulun Senin kurallarını derin derin
düşüneceğim. Öğütlerin benim zevkimdir, bana akıl verirler. (Mezmurlar,
119:23-24)
Ne kadar
severim Yasanı! Bütün gün düşünürüm onun üzerinde. Buyrukların beni
düşmanlarımdan bilge kılar, çünkü her zaman aklımdadır onlar. Bütün
öğretmenlerimden daha akıllıyım, çünkü öğütlerin üzerinde düşünüyorum.
(Mezmurlar, 119:97-99)
Allah'ın
yaptığını düşün: O'nun eğrilttiğini kim doğrultabilir? İyi günde mutlu ol, ama
kötü günde dikkatle düşün… (Vaiz, 7:13-14)
Dinle, Eyüp,
dur da düşün Allah'ın şaşılası işlerini. (Eyüp, 37:14)
Yasa
Kitabı'nda yazılanları dilinden düşürme. Tümünü özenle yerine getirmek için gece
gündüz onu düşün. O zaman başarılı olacak ve amacına ulaşacaksın. (Yeşu, 1:8)
Geçmiş
günleri anıyor, bütün yaptıklarını derin derin düşünüyor, Ellerinin işine bakıp
dalıyorum. Ellerimi Sana açıyorum, canım kurak toprak gibi Sana susamış.
(Mezmurlar, 143:5-6)
Yalnız
Rab'den korkun, O'na bağlılıkla ve bütün yüreğinizle kulluk edin. O'nun sizler
için ne görkemli işler yaptığını bir düşünün! (1. Samuel, 12:24)
Senin
buyruklarından zevk alıyor, onları seviyorum. Saygı ve sevgi duyuyorum
buyruklarına, derin derin düşünüyorum kurallarını. (Mezmurlar, 119:47-48)
Yaptıkların
kuşaktan kuşağa şükranla anılacak, güçlü işlerin duyurulacak. Düşüneceğim
harika işlerini; insanlar büyüklüğünü, yüce görkemini konuşacak.
(Mezmurlar, 145:4-5)
Yüce Allah,
Kuran'da da, Kendisi'ne yönelip iman edenlerin, Yaratılış delilleri üzerinde
düşünen insanlar olduklarını ve böylelikle Allah'ın üstün kudretini gereği gibi
takdir edebildiklerini haber vermiştir:
Onlar, ayakta iken,
otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı
konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna
yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran
Suresi, 191)
Gerçek bir
dindar olabilmek için derin düşünmek önemlidir. Gerçek dinin sathi ve düşünmeden
yaşanması mümkün değildir. Derin düşünmek, iman ehli Müslümanların da,
Musevilerin de, Hristiyanların da çok yoğun odaklanmaları gereken bir iman
şartıdır. Ancak derin düşünüldüğünde Allah'ın büyüklüğünün ve yüceliğinin
derinlemesine farkına varılabilir ve ancak o zaman Kutsal kitaplardaki sahih ve
derin sözlerin batıni ve manevi anlamları çözülebilir. Din, yalnızca öğretilen
ve ezbere yaşanan bir hayat şekli değildir.
Vatikan
Konsilinin Kararı, "Üçleme Konusu Akıl ve Mantıktan Uzak Bir Sırdır,
Düşünmenize Gerek Yok"
Allah'ın
varlığını derin düşünmenin gerekliliğini Hristiyan kardeşlerimize anlatmamızın
özel bir sebebi var. Bu sebep, Kilise'nin Hristiyanlara öğütlediği
"düşünmeme" doktrininin ne kadar yanlış olduğunu gösterebilmektir.
Hatırlamak
gerekirse, 4. yüzyıldan itibaren ardı arkası kesilmeyen ve sayısız konsil ile
gündeme getirilerek sonuçlandırılmaya çalışılan üçleme konusu, en son,
1868-1870 yılları arasında düzenlenen Birinci Vatikan konsilinde, ardı arkası
kesilmeyen tartışmalara son vermek amacıyla şöyle sonuçlandırılmıştır:
"Üçleme, bir akıl ve mantık konusu değildir, dolayısıyla bir sır olarak
kalmalıdır".
Kilise'nin
belirlediği bir dogma daha, Hz. İsa (as)'ın peygamber olarak yeryüzüne
gönderilişinden yaklaşık 1900 yıl sonra, iman şartı olarak Hristiyanlığa
eklenmiş durumdadır. Kilisenin bu kararına uyan Hristiyanlar, şu anda teslis
konusunu, üzerinde hiç düşünülmemesi gereken bir iman sırrı olarak kabul
etmekte sakınca görmemekte, hatta bunu açıkça savunmaktadırlar.
Kilisenin
düşünmeme yönündeki fetvasının tek sebebi teslisin büyük bir yanlış olmasından
kaynaklanmaktadır. Allah kuşkusuz ki her uydurma ve batıl şeyi
mantıksızlıklarla, tutarsızlıklarla, çelişkilerle ve yenilgilerle yaratır.
Teslis de bu şekildedir. Bu tutarsızlıkların farkında olan Kilise, bu sebeple
yine dogma geleneğini devam ettirmiştir. Çünkü Hristiyanlığın başlangıcından
itibaren biraz aklını ve mantığını kullanan ve bu sebeple resmi makamlarca
sapık addedilen Hristiyanlar, bütün bu tutarsızlıkların ve mantıksızlıkların
farkında olmuşlardır. Ya teslisi tamamen reddetmişlerdir ya da başka türlü
anlamış ve değiştirmişlerdir. Dolayısıyla Kilise, düşünüp akıl kullanıldığında,
dayattığı üçleme inancına karşı gelecek güruhların ortaya çıkacağının
farkındadır.
Şu anda teslisin,
üzerinde düşünülmemesi, çözülmek için uğraşılmaması, anlaşılmadan uyulması
gereken bir sır olduğuna inanan çok fazla sayıda Hristiyan bulunmaktadır.
Onları düşünmemeye teşvik eden bir dinleri olduğunu zannetmekte, Allah'ı
anlamadan yaşamlarını devam ettirebileceklerini sanmaktadırlar. Bunu çoğu zaman
açıkça söylemezler. Fakat buradaki "anlaşılamazlığın" normal
olduğunu, her şeyi anlamaya muktedir olmadığımızı, dolayısıyla düşünüp bulmaya
uğraşmanın da bir fayda sağlamayacağını ifade etmekten de çekinmezler.
Elbette her şeyi
anlamaya muktedir olarak yaratılmadık. Fakat Allah bize Kendi Kudretini açıkça
sergilediğini ve bunun da imanla düşünerek anlaşılacağını bildirmiştir. Bizi
Yaratan Yüce Kudreti anlamak, bizim üzerimize bir yükümlülüktür. Bir insan, kendisini
yaratan Allah'ı tanımadan, kime nasıl ibadet, kime nasıl dua edeceğini bilmeden
nasıl bir din anlayışına sahip olabilir? Yaratılıştaki sırları nasıl keşfeder,
ahireti nasıl anlayabilir? Allah'ın her an kendisini duyan ve gören olduğunu
nasıl kavrayabilir? Dindar olmak için düşünmek, Allah'ı anlamak, Allah'ın
büyüklüğünü takdir edebilmek şarttır. Bu, imanda derinleşmenin en önemli
unsurlarından biridir.
Teslisi savunan
hangi Hristiyan ile karşılaşırsanız karşılaşın, kendisine teslis konusunda
sorulan sorulara mutlaka son derece tutarsız, anlaşılmaz, garip mantıklar sunan
karmakarışık cevaplar verecektir. Dahası her bir Hristiyan üçlemeyi farklı
anlatacaktır. Çünkü teslis konusunda ne anlattıklarının genellikle kendileri de
farkında değildirler. Teslisi aklen ve mantıken izah etmeye çalışan
Hristiyanlar, bir şekilde teslis olarak tarif ettikleri şeyin de dışına
çıkmaktadırlar. Kimileri anlamaya çalışmakta, fakat onlar da başaramamaktadır.
Kimileri bir mantık kurmaya çalışmakta, bunu da formüllerle izah etmeye
çalışmaktadırlar. Büyük bir kesim ise vazgeçmiştir. Kilise'nin kendilerine
dayattığı şekilde "düşünmemeyi" tercih etmekte, soranlara da bu
konunun bir sır olduğunu dolayısıyla üzerinde düşünmekle sorumlu olmadığımızı
söylemektedirler.
Elbette düşünmeyince
herşey çok kolaydır. O zaman sorumluluklar da zahiren ortadan kalkar. Düşünmeye
gerek duymayan bir insan, anlaşılmayan bir Allah'ın (Allah'ı tenzih ederiz)
nasıl yarattığını, nasıl yarattıklarına hakim olduğunu, Allah'a karşı
sorumluluklarını, Allah'a nasıl hesap vereceğini düşünmeye de gerek
duymayacaktır. O zaman hayat son derece basitleşir. Nitekim şu anda
Hristiyanların büyük bir kısmı bu şekilde yaşamaktadır. Bu elbette bir kısım
Müslümanlar ve Museviler için de geçerlidir. Fakat özellikle teslis konusunda
Hristiyanlara verilen telkin, onları tümüyle Allah ve yarattıkları hakkında
derin düşünmekten engellediği için, onlar için bu durum daha tehlikeli
boyutlardadır. Pek çoğu yalnızca Pazar günleri kiliseye gitmek ve Hz. İsa
(as)'ın Allah'ın oğlu olduğuna inanmakla Allah'ın rızasını ve cennetini hak
edebileceklerini düşünmektedirler. Bu da Hristiyanların büyük bölümünü farkında
olmaksızın şirk içinde yaşamaya; dünya ehli olmaya; helal-haram kavramlarına
bağımlı olmamaya; Allah'ın rızasını kazanmak için dua etmek ve kiliseye gitmek
dışında hiçbir şey yapmamaya; ateizm, Darwinizm, komünizm, materyalizm,
terörizm gibi Allah inancına karşı geliştirilmiş akım ve ideolojilere karşı
mücadelede bulunmamaya; dünyada dindarlara, zavallı insanlara yöneltilen saldırılardan
uzak yaşamaya ve bütün dünyaya gözlerini kapatarak yalnızca kendi evlerinin
içindeki küçük dünyada yaşamlarını sürdürmeye yöneltmektedir. Elbette
istisnalar vardır. Fakat Hristiyanların büyük bir bölümünün bu durumda olduğu,
inkar veya itiraz edilecek bir durum değildir. Herhangi bir Hristiyan, dünya
çapında hakim olan ortalama Hristiyan yaşam şeklinin temelde böyle olduğunu çok
iyi bilir. İşte düşünmeden yaşamanın getirdiği dindarlık böyle bir dindarlık
olur o zaman. Söz konusu Hristiyanların böyle bir din anlayışının tehlikelerini
görmeleri gerekir.
"Üç Birliği
Tek Tanrı Demektir" Aldatmacası
Teslis konusu
ile ilgili en büyük aldatmacalardan bir tanesi, belki de en büyüğü, bazı
Hristiyanların üçleme adı altında aslında Bir Allah'ın kastedildiğine dair
izahlardır. Özellikle üçlemenin putperest inanç ile bağdaştırılmasından
rahatsız olan bazı Hristiyanlar, kastettiklerinin üç unsurda birleşmiş tek bir
İlah olduğunu savunmaktadırlar. Genellikle bu anlatımı kendileri de çok iyi
anlamamakta ve aslında aleni olarak üç tanrı inancını tarif etmektedirler.
Kimi teslisçiler
üç unsurda tek bir cevherin birleştiğini, dolayısıyla üç unsurun da tanrı
olduğunu; kimileri babanın en büyük olduğunu, diğerlerinin babadan geldiğini;
bazıları üç tanrı arasında bir işbölümü olduğunu; bazıları ise oğulun babadan,
Kutsal Ruh'un da oğuldan geldiğini iddia ederler. Üçlemeye dair buna benzer
iddiaların sayısı çok fazladır. Fakat hepsi, karmakarışık anlattıkları bu
teslis dogması ile kasdettiklerinin aslında Tek Allah olduğunu iddia ederler.
Eğer gerçekten tek Allah inancına sahiplerse elbette bu güzeldir, fakat bunun
için yapılan söz konusu tarifler son derece yanlıştır.
Şu çok
önemlidir: İncil, bütünüyle Hristiyanlara Allah'ın Bir olduğunu söyler. İncil'de
Allah'ın Birliğini ifade eden ve Tek Allah'a kul olmayı emreden çok fazla pasaj
bulunmaktadır. Ve bu pasajların tümü son derece açıktır. Fakat buna karşılık,
İncil'in hiçbir yerinde üçleme ifadesi geçmediği gibi, üçlemeye delil
gösterilebilecek tek bir açıklama dahi yoktur. Delil olarak öne sürülen
pasajların tümü üzerinde zorlama yorumlar yapılan, parantez açıklamalarıyla
içine Allah'ın oğlu ve Kutsal Ruh ibareleri eklenen, tamamen farklı bir anlama
sahipken kasıtlı olarak üçlemeye delil gibi yorumlanan pasajlardır. İncil'de
Tek Allah açık ve aleni şekilde vardır, üç Tanrı ise İncil'in hiçbir yerinde
yoktur.
Teslisçiler,
kendi türettikleri teslisin üç unsuru olan baba, oğul ve Kutsal Ruh'un hem ayrı
şahıs veya ayrı ayrı varlıklar olup hem de tek bir "cevher" olduğunu,
nasıl olup da üçün hem üç hem de bir olduğunu asla açıklayamamışlardır. Bu
büyük çelişkinin de daima farkında olmuşlardır. Yine aynı şekilde üç tanrının
nasıl farklı görevler üstlendiğini; yaratma fiili babaya ait ise, nasıl
diğerlerinin bu özelliğe sahip olamadığını; doğmayan, doğrulmayan, zamandan ve
mekandan münezzeh olan tek bir İlahın, nasıl zaman ve mekan içinde farklı
şahıslara ayrılmış olduğunu asla açıklayamamaktadırlar. Zaten açıklayabilmeleri
de mümkün değildir.
Teslisçilerin
iddialarına göre üç tanrı eğer her yönden eşit ise –ki bu üçlemeyi savunan
çoğunluk Hristiyanın savunduğu bir şeydir– şu durumda ayinlerde bir tanesine
tapınmak onların mantığına göre yeterli olmalıdır. Fakat teslisçi Hristiyanlar
üçüne birden tapınmak gerektiğine inanırlar. Bu da teslisin üçtanrıcılıktan çok
farklı bir inanç olmadığını gösterir.
Üç tanrının
tekliği iddiası, olağanüstü derecede mantıksızdır. Her şeye gücü yeten, tüm
varlıkların Hakimi olan, onların tümünü yoktan yaratan Allah'ın üç ayrı varlık
olarak tezahür etmesine nasıl bir ihtiyaç olabilir? (Allah'ı tenzih ederiz)
Üstelik tek İlah'a inandıklarını iddia eden üçleme yanlıları, Müslümanların ve
Musevilerin tevhid inancı olan "Allah'ın mutlak Birliği ve Tekliği"
vasfını tam olarak anlamamaktadırlar. Tevhid inancında Allah Mutlak Birdir,
Tekdir, BİR EŞİ-BİR BENZERİ YOKTUR. HİÇBİR ŞEY O'NA EŞ OLAMAZ, HİÇBİR ŞEY O'NUN
BENZERİ OLAMAZ. Allah'ın Birliği budur. Dolayısıyla üçleme inancı asla ve
asla tevhid inancı değildir. Üçleme ile Bir Allah'a inandığını iddia edenler ya
aldatılmışlardır, ya da doğru söylememektedirler.
Fakat asıl soru,
böyle bir karmaşaya neden ihtiyaç olduğudur. Tek Allah'a inanmanın gönül
huzuru, rahatlığı, güvenliği ve mutluluğu varken, böylesine karmaşık, birbirini
tutmaz ve olağanüstü çelişkili izahlara neden gereksinim duyulmaktadır? Bütün
bu karmaşanın yerine doğrudan Bir ve Tek olan Yüce Allah'a inanmak, Bir ve Tek
İlah olarak O'na yönelmek çok daha güzeldir. Her şeyi gören ve bilen Bir
Allah'ın varlığı bir rahmettir. Her an bizimle olan, dua ettiğimiz zaman bizi
duyan, hatta sinelerde gizli olanı da bilen ve ona icabet eden, her şeyi
kontrolü altında tutan Yüce Rabbimiz'in varlığı ne büyük nimettir. Üçleme
inancının karmaşası içinde boğulmuş durumda olan bazı Hristiyan kardeşlerimiz
tevhid inancının bu güzelliğini bilmemektedirler. Allah'a böylesine yakın
olmanın güzelliğini bilseler, üçlemeyle nasıl kendilerini Yaratan'dan
uzaklaştırdıklarının farkına varacaklardır. Allah'ın yüceliğini bilmek, Allah'a
Bir ve Tek İlah olarak iman etmek, Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edebilmek
mutlulukların en büyüğüdür.
De ki: "Ben,
yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden Allah'tan başka bir İlah
yoktur." "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların
Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır." (Sad Suresi, 65-66)
Hak Dinde Karmaşa
Yoktur, Eğer Karmaşa Varsa Batıl İtikatlardan Şüphelenilmelidir
Allah'ın
yarattığı her hak din çok kolaydır. Dinin hükümleri düşünülmesi zor,
anlaşılmayacak, sır olarak kalacak konular değildir. Yüce Rabbimiz'in varlığı
çok açıktır. Allah'ın varlığı, Allah'ın yaratma sanatı, Allah'ın yarattığı
varlıklara yakınlığı ve hakimiyeti de çok kolay anlaşılan konulardır. Dinde
asla ve asla karmaşa yoktur. Vicdanı ve aklı ile bakan bir insan Yüce
Yaratan'ın her şeyin Sahibi olan ve her şeye Hükmeden Tek Yaratıcı olduğunu,
"her şeye güç yetiren" vasfının bir gereği olarak oğul edinmeye
ihtiyacı olmadığını, tüm varlıklara en yakın olduğunu, O'ndan başka hiçbir Güç
olmadığını mükemmel şekilde anlayabilir. Dolayısıyla teslis inancını savunanlar
ve onlara uyanlar yanılmaktadırlar.
Eğer dinde
teslisçilerin yaşadığı tarzda bir karmaşa olduğu iddia edilirse, bu bir şüphe
sebebidir. Orada artık hak olan yerini batıla bırakmıştır. Eğer Kendi üstün
eserlerini en küçük zerrede, devasa büyüklükteki kainatta veya tek bir atomun
derinliklerinde dahi göstermiş ve açıkça sergilemiş olan Yüce Allah'ın vasfını
açıklamak ve anlamak bu kadar zor hale geldiyse, orada şeytanın oyunundan
şüphelenilmelidir.
Tek bir Yaratıcı
vardır ve kainattaki her şey bu Üstün Yaratıcı'nın sanatına işaret eder. Onları
yoktan yaratan Allah, onları her an kontrolü ve denetimi altında tutmaya da
kuşkusuz kadirdir. Rabbimiz'e ulaşmak için vesilelere ihtiyaç yoktur. Başka
sözde ilahlara da ihtiyaç yoktur (Allah'ı tenzih ederiz). Allah bizi bizden
daha iyi bilen, bizi her an gözetimi altında tutandır. Dolayısıyla samimi
Hristiyanlar, bir karmaşa içinde olduklarını fark etmeli ve hak dinin berrak,
anlaşılır ve son derece zevkli tevhid anlayışına kalplerini açmalıdırlar. Nitekim
Kuran'da bunun dışındaki bir yolun "çelişki ve aykırılık" olduğunu
Allah bildirmiştir:
Şayet onlar da,
sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar; yok
eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler.
Sana onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 137)
Teslis İnancı,
Allah'ı Takdir Edebilmenin Önündeki Büyük Bir Engeldir
Teslis inancını
Kilise'nin değiştirilemez doktrini olarak görüp bugün ona uyan Hristiyanların
belki de bu konudaki en büyük sorunlarından birisi, Allah'ı gereği gibi takdir
edememeleri, Allah'ın vasıflarını tam olarak anlayamamalarıdır. Yüce Allah, dev
büyüklüklerden keşfedilmesi dahi olağanüstü derecede zor küçüklükteki tüm
alemleri, tüm kainatı YOKLUKTAN yaratmıştır. Yoktan muazzam bir evren yaratan,
onun içindekilerin tümünü bir denge ve düzen içinde var eden, insanı ve tüm
diğer canlıları bu muhteşem sistem içinde kusursuzca yaratan, insana bir kader
veren Allah kuşkusuz ki yarattığı her canlıyı gözetip korumaya da kadirdir.
Rabbimiz, her şeyin bilgisine sahiptir. O, her şeyi görür, her şeyi işitir.
O'ndan hiçbir şey gizli değildir. O'nun bilgisi olmaksızın tek bir canlı tek
bir nefes dahi alamaz, tek bir yaprak dahi hareket edemez, tek bir elektron yer
değiştiremez. Allah dilerse, bunların tamamını yok etmeye ve yeniden
görülmemiş, tanınmamış bir güzellikte yoktan var etmeye kadirdir. Allah için bu
kuşkusuz ki çok kolaydır. Rabbimiz'in yalnızca "Ol" emri ile her şey
olur.
Allah her gözün
gördüğünü görür, her sesi duyar. Her gözün göreceğini de, her kulağın
duyacağını da zaten yaratan O'dur. Kuran'ın bizlere gösterdiği İslam'ı tam
olarak anlayamamış olan bazı Hristiyanlar, İslam'da Allah'ın insanlara uzak
olduğuna dair bir anlayış olduğunu iddia ederek teslis dogmasını kendilerince
haklı çıkarmaya çalışırlar. Oysa Allah bizden uzak değildir, her an bizimledir.
Allah her yerdedir ve İslam bu gerçeği Kuran ayetleriyle insanlara haber verir.
İslam'ın aksine teslis düşüncesi Allah'ı uzak görür. Bu sebeple Allah'ın ancak
Hz. İsa (as)'ı vesile ederek kullarına ulaşabildiği düşüncesi hakimdir. İşte bu
düşünce, Allah'ı tam anlayamama, gereği gibi takdir edememekten kaynaklanır.
Allah'ın
kendilerinden uzak olduğunu düşünen bazı Müslümanlar elbette vardır. Fakat
onların kaynağı Kuran değil, kendi türettikleri hurafelerdir. Dolayısıyla
onların savundukları şeyin bilgisi İslam'da yoktur. Gerçekte, Allah'ın
kendilerinden uzak olduğunu düşünen bir kısım Müslümanlar da, Allah'ın
kendilerine vesilelerle ulaşabileceğini düşünen teslisçi Hristiyanlar da aynı
yanlış anlayışı paylaşırlar. Yüce Rabbimiz Kuran'da;
"Andolsun,
insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz.
Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16)
"Artık,
Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin
önündesin..." (Tur Suresi, 48),
"...Karada ve
denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin
karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey)
apaçık bir kitaptadır." (En'am Suresi, 59)
"...O, gizli
tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı
duranı bilendir." (Hud Suresi, 5)
"...Yerde ve
gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)
ayetlerinde ve
bunun gibi pek çok ayette haber verdiği gibi, insana EN YAKIN olduğunu açıkça bildirmiştir. Hiç kimse, hiçbir varlık, insana
Allah'tan daha yakın değildir. Her gözden Allah görür, her kulaktan Allah
işitir. Allah, bir kısım Müslümanların ve Hristiyanların düşündüğü gibi
yalnızca göklerde değil, HER YERDEDİR.
Bir yaprak düştüğünde onu gören kimse olmasa da Allah onu mutlaka görür, bilir.
Yerin altındakiler, denizin kilometrelerce derinliğindekiler, hücrelerimizin
içindekiler ve tamamen görünmez bir alem olan atomlar, elektronlar, kuarklar
bizim için bilinmez olsa da, Allah onların her birini her an bilir ve her an
görür.
Birbirinden
farklı çeşitli vasıfları olan üç ayrı tanrının varlığını öne süren teslisçiler,
Allah'ın işte bütün bu satırlarda anlatılan üstünlüğünü, yüceliğini, kudretini
bilmemektedirler. Bunu bilseler, Allah'ın kendilerine çeşitli vesilelerle
ulaştığı düşüncesinin yanlışlığını hemen anlayabileceklerdir. Allah'ın
vesilelere ihtiyacı yoktur. O, yaratılanı daha yaratılmadan önce bilen, sinelerin
özünde saklı olandan haberdar olandır.
Bu gerçeği daha
iyi anlamak için tecelli kavramının ne olduğunu, onun için de maddenin
hakikatini bilmek gerekmektedir. O zaman Hristiyanlar, tüm bu anlatılanların
metafizik bir inanç olmadığını, Allah'ın açıkça insanlara bildirdiği bu
gerçeğin bilimsel olarak ispatlanmış olduğunu daha iyi anlayacaklardır. Bu
konu, üçüncü bölümde detaylı olarak işlenmektedir.
2. BÖLÜM
Yüce Allah Çocuk Edinmemiştir
Yüce Allah, tüm
varlıkların Hakimi, yaratılan her şeyin Sahibidir. Allah, tüm sebeplerden
münezzehtir, çünkü meydana gelen tüm olayları ve bu olayların oluşma
sebeplerini de yaratan Kendisi'dir. Dünya üzerindeki herşey belli sebeplere
bağlı olarak gelişir. Fakat Rabbimiz'in bu sebeplere ihtiyacı yoktur. Babalık,
oğulluk, çocuk edinme gibi insan hayatına dair durumları da Rabbimiz var
etmiştir. Dolayısıyla "Allah çocuk edindi" (Allah'ı tenzih ederiz)
diyenler Allah'ın yüceliğini ve sıfatlarını anlamamaktadırlar. Yüce Rabbimiz'in
herhangi bir şeyi yaratmak, herhangi bir şeyi yapmak için yalnızca dilemesi
yeterlidir. Hiçbir şey O'ndan uzakta değildir. O, yaratılanı en iyi bilen,
yaratılmadan önce takdir edendir.
Allah'a oğul
yakıştırması yapanlar, Rabbimiz'in bu vasıflarını bilmeyenler veya gereği gibi
anlamayanlardır. Daha önce de hatırlattığımız gibi Allah Kuran'da, Rabbimiz'i
takdir edemeyenlerin gösterdiği bu cesaretin büyüklüğünü şu ayetleri ile
bildirmiştir:
"Rahman çocuk
edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette
bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, GÖKLER PARAMPARÇA OLACAK, YER
ÇATLAYACAK VE DAĞLAR YIKILIP GÖÇECEKTİ. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden
(ötürü bunlar olacaktı.) Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde
ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul
olarak gelecektir. (Meryem Suresi, 88-93)
Ayetlerde açıkça
görüldüğü gibi, Allah'a çocuk isnad etmek; tüm kainatı yerle bir edecek kadar
şiddetli, Rabbimiz'in gazabını hak eden çok büyük bir suçtur. Kuran'da
Rabbimiz'in çocuk edinmediğine pek çok ayet ile vurgu yapılmıştır. Ayetlerde,
Rabbimiz'in çocuk edinmekten münezzeh olduğu, "doğurmamış ve
doğurulmamış" olduğu, hiçbir şeyin O'nun dengi olamayacağı açıkça ifade
edilmektedir. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:
De ki: O Allah,
birdir. Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı
olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O'nun dengi
değildir. (İhlas Suresi, 1-4)
Dikkat edin;
gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki "Allah doğurdu."
Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söyleyenlerdir. (Saffat Suresi, 151-152)
"Allah çocuk
edindi" dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır.
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Kendinizde buna ilişkin bir delil de
yoktur. Allah'a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? (Yunus Suresi,
68)
Eğer Allah, çocuk
edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini elbette seçerdi. O, yücedir; O,
bir olan, kahredici olan Allah'tır. (Zümer Suresi, 4)
Yüce Rabbimiz
tüm kainatın mutlak Hakimi'dir, Rabbimiz'in hiçbir ortağa veya yardımcıya
ihtiyacı yoktur (Allah'ı tenzih ederiz). O istediğinde "Ol" der ve o
olur. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
Göklerin ve yerin
mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış,
ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Ve de ki: "Övgü
(hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı
yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir
edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 111)
Allah'ın çocuk
edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak
ona: "Ol" der, o da hemen oluverir. (Meryem Suresi, 35)
Yüce Allah,
"Allah oğul edindi" iddiasında bulunanları KURAN ile uyarıp
korkuttuğunu bildirmektedir.
Demek ki üçleme ile hataya düşmüş olan
Hristiyanlara Kuran doğru yolu gösterecektir. Allah onları Kuran vesilesi ile
bu önemli hatadan alıkoymaktadır:
(Bu Kur'an)
"Allah çocuk edindi" diyenleri uyarıp-korkutur. Bu konuda ne
kendilerinin, ne atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne
(kadar da) büyük. Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar. (Kehf Suresi, 4-5)
Yukarıdaki
ayetlerde ayrıca, Allah çocuk edindi diyenlerin bu konuda ne kendilerinin ne de
kendilerinden öncekilerinin hiçbir bilgisi olmadığı yani bunun tamamen bir
aldatmaca olduğu belirtilmektedir. Allah bilgisizce türetilmiş bu iddianın
tehlikesini Kuran'da, "ağızlarından çıkan söz ne (kadar da) büyük",
ifadesiyle hatırlatmaktadır.
Rabbimiz, çocuk
edinmediğini bildirdiği bir ayette aynı zamanda Allah ile beraber bir başka
ilahın daha olmadığını da haber vermektedir:
Allah, hiçbir çocuk
edinmemiştir ve O'nunla birlikte hiçbir İlah yoktur; eğer olsaydı, her bir ilah
elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı
üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden yücedir. (Müminun
Suresi, 91)
Bu ayet, üçleme
yanlısı Hristiyanların her iki iddiasını da -Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu
olduğu ve Hz. İsa (as)'ın ilahlık vasfına sahip olduğu iddialarını- tamamen
ortadan kaldırmaktadır.
Cenab-ı Allah,
Kuran'da, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e, bu iddia ile ortaya çıkan
kişilere şöyle söylemesini vahyetmiştir:
"De ki:
"Eğer Rahman'ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum."
(Zuhruf Suresi, 81)
"Allah"ı
gereği gibi takdir edememek" derken, Allah'ın ayetlerde belirtilen üstün
sıfatlarını anlamamak kastedilmektedir. Çünkü bir insanın üçleme inancını kabul
edebilmesi için, Allah'ın her şeyin Hakimi olduğunu, yaratmak ve yaşatmak için
hiçbir vesileye, yardımcıya ihtiyacı olmadığını; Allah'ın dilese çocuk edinmeye
muktedir ama bundan münezzeh olduğunu; bir şeyi dilediği takdirde yalnızca
"Ol" emrini vermesinin yeterli olduğunu; yerin, göğün tüm varlıkların
O'nun emrine boyun eğmiş olduklarını anlayamıyor olması gerekir. Allah'ın
hiçbir şey için Kendi özünden başka ilahlar yaratmaya ihtiyacı yoktur. Allah,
daha doğmadan doğacak olanı, daha söylenmeden söylenecek olanı, daha bakmadan
görülecek olanı, sinelerin özünde saklı olanı, KISACA HER ŞEYİ ezeliyetten
ebediyete kadar bilir. Rabbimiz bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah... O'ndan
başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve
yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak
kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği
kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun
kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç
gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Allah'ın sonsuz
güç ve kudret sahibi olması, İncil pasajlarında ise şu şekilde geçer:
... O,
herşeyin üzerinde hüküm süren, sonsuza dek övülecek Allah'tır. (Pavlus'tan
Romalılara Mektup, 9:5)
... Gücü
herşeye yeten Rab Allah, senin işlerin büyük ve şaşılacak işlerdir... (Vahiy,
15:3)
Allah'ın
yapamayacağı hiçbir şey yoktur. (Luka, 1:37)
...
Allah'tan [Allah'a ait] olmayan yönetim yoktur. Var olanları Allah kurmuştur.
(Pavlus'tan Romalılara Mektup, 13:1)
Herşeyin
kaynağı O'dur; herşey O'nun tarafından ve O'nun için var oldu. Sonsuza dek O'na
yücelik olsun. (Pavlus'tan Romalılara Mektup, 11:36)
Her şey O'na
teslimdir. Hiçbir şey başıboş değildir. Her biri mutlaka Rabbimiz'e itaat ile
yükümlüdür. Allah işte böylesine kahredici, büyük ve üstün bir güce sahiptir:
…Oysa göklerde ve
yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur… (Al-i İmran
Suresi, 83)
Hz. İsa (as),
Derin Allah Aşkı ile Yaşayan Bir KULDUR
İncil'de
Rabbimiz şöyle buyurur:
Allah,
sizleri kötü yollarınızdan döndürüp kutsamak için kulunu [Hz. İsa (as)'ı]
ortaya çıkarıp önce size gönderdi. (Elçilerin İşleri, 3:26)
Allah bir Kuran
ayetinde ise şöyle buyurur:
Mesih ve
yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan
kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser'
davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda
toplayacaktır. (Nisa Suresi, 172)
İncil ve Kuran
ayetlerinde açıkça belirtildiği gibi Hz. İsa (as) Allah'ın bir kuludur. Ve yine
Kuran ayetinde özellikle ifade edildiği gibi Hz. İsa (as), Allah'a kulluktan
haz duyan, Allah'a teslim olmuş, Allah'a derin bir aşk ile bağlı olan güzeller
güzeli bir peygamberdir. Onun Allah'a derin bir aşk ile yerine getirdiği kulluk
görevi, bazı Hristiyanlar için kabul edilemezdir. Onun aşk ve derin haz içinde
yerine getirdiği Allah'a kul olma görevini kendilerince yanlış değerlendirmekte
ve reddetmektedirler.
Kuran ayetlerine
ve aşağıda detaylı inceleyeceğimiz İncil pasajlarına rağmen Hz. İsa (as)'ın
yalnızca bir kul olarak yaratıldığını kabul etmeyenlerin büyük bölümü
muhtemelen cehaletten bu hataya düşmüşlerdir. Hz. İsa (as)'a olan
sevgilerinden, eğer onun "kul" olduğunu kabul ederlerse, bununla
değerinin düşeceğini, ona gerekli saygıyı göstermiş olmayacaklarını
zannetmektedirler. Oysa Hz. İsa (as)'ın şevkle, sevgi ve mutlulukla, bir ibadet
olarak yerine getirdiği kulluk görevi, Hz. İsa (as) için çok büyük bir nimettir
ve elbette onun değerinden bir şey eksiltici değildir. Tam tersine böylesine
bir sevgi ile Allah'a kulluk, değerli peygamberimiz Hz. İsa (as)'ı kat kat daha
değerli kılmış, onun cennetteki makamını artırmış, onu kitlelerin sevgilisi
haline getirmiştir. Allah'ı razı etmeye çalışan bir kul ve peygamber olmak, tüm
yaşamı boyunca Allah'ı yücelten ve Allah'a katıksız olarak iman eden böylesine
derin akıl sahibi bir insan olmak, Hz. İsa (as) için nimetlerin en büyüğüdür.
Hz. İsa (as)'ın
Allah'a yalnızca bir kul olarak yaratıldığı başka ayetlerde de bildirilmiş bir
gerçektir:
(İsa) Dedi ki:
"Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni
peygamber kıldı." (Meryem Suresi, 30)
Başka bir ayette
ise Hz. İsa (a)'ın ölümlü olduğu, her insan gibi öldükten sonra ahirette
yeniden diriltileceği bildirilmiştir:
"Selam
üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım
gün de." (Meryem Suresi, 33)
Sevgili
Peygamberimiz Hz. İsa (as), kendisi için Allah'ın belirlediği vakit geldiğinde
yeniden yeryüzüne indirilecek ve Allah'ın emrettiği şekilde Hz. Mehdi (as) ile
birlikte elçilik görevini tamamlayacaktır. (Bu konuya kitabın ilerleyen
bölümlerinde değinilmektedir). Hz. İsa (as), bu dünyada görevini tamamlamasının
ardından her ölümlü insan gibi vefat edecek, ruhu cennete alınacaktır. Tüm
insanlarda olduğu gibi, onun da tüm kaderini; hayatı boyunca karşılaştığı her
olayı yaratan Allah'tır. Gösterdiği tüm mucizeleri yaratan da Allah'tır. Hz.
İsa (as) bunları kendisinden değil, Allah'ın kendisine olan rahmeti ile
gerçekleştirmiştir. Hz. İsa (as), dünya hayatı süresince Allah'a olan güçlü
imanını ifade etmiş ve insanları Allah'ın dosdoğru yoluna çağırmıştır. Hz. İsa
(as)'ın insanları Allah'a iman etmeye ve O'na kulluk etmeye daveti, İncil'de de
belirtilmiş açık bir gerçektir:
İsa ona şu
karşılığı verdi: "'Allah'ın olan Rab'be tap, yalnız O'na kulluk et' diye
yazılmıştır." (Luka, 4: 8, Matta, 4: 10)
Kuran'da ise Hz.
İsa (as)'ın insanları Allah'a iman etmeye çağırdığı şöyle bildirilir:
Gerçek şu ki, Allah
benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur.
(Meryem Suresi, 36)
Hristiyanlar
Batıni Tefsirin Öneminini Görmelidirler
Tevrat'ta geçen
"oğul" ifadelerini değerlendirirken bazı samimi Hristiyanların
düştüğü en büyük hata, bu ifadeleri kelime anlamları ile kabul etmek, batıni
tefsir yapamamaktır. İncil sözlerini, hatta Tevrat'ı değerlendirirken de aynı
hata devam eder. Oysa batıni tefsir, Allah'ın sözünü anlamak için önemli bir
sır ve derin düşünmeyi sağlayan önemli bir ihtiyaçtır.
Allah'ın sözleri
açık, anlaşılır, özlü ve hikmetlidir. Fakat Yüce Rabbimiz, Kendi sözlerinde
kimi zaman muhkem (anlamı ve ifade tarzı apaçık olan) kimi zaman da müteşabih
(birden çok anlama gelen ifade biçimi, belli düzeyde tevil ve yorum gerektiren
izah) anlamlar gizler. Müteşabih anlamları görebilmek için bu hikmetli sözlerdeki
derin anlam ve sırları iman gözüyle değerlendirebilmek gerekmektedir. İşte
batıni tefsir budur.
Yüce Rabbimiz bu
derin anlamları bazı durumlarda teşbih ve benzetmelerle haber vermiştir.
Örneğin bir Kuran ayetinde Allah, "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı
sarılın. Dağılıp ayrılmayın..." (Al-i İmran Suresi, 103), diğer bir
ayette ise, "Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı
büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin
deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler..." (Araf Suresi, 40)
şeklinde belirtmektedir. Söz konusu ayetler bazı kişiler tarafından düz
anlamları ile de alınıp yorumlanabilir. Fakat gerçekte, her iki ayette de
yapılan benzetmeler çok hikmetli bir anlatım şeklidir ve insanların üzerinde düşündükçe
derinleşebileceği anlamlar gizlenmiştir. Rabbimiz, "Allah'ın ipi"
teşbihi ile, insanların Allah'a ve O'nun gösterdiği yola sımsıkı
bağlanmalarını, bunda kararlılık göstermelerini öğütlemektedir. Yine Rabbimiz,
"halat iğne deliğinden geçinceye kadar" benzetmesi ile de ayette
belirtilen kişilerin -Allah'ın dilemesi dışında- cennete kesin olarak
giremeyeceklerini etkili bir benzetme ile haber vermektedir. Bu, son derece
güzel ve derin bir anlatımdır. Fakat bunu doğru anlamak için, burada batıni
tefsir yapmak gerekmektedir.
Bu durum, Kuran
için olduğu gibi, Tevrat ve İncil için de geçerlidir. Örneğin İncil'den bir
pasajda, batıni yönüyle yorumlanması gereken, derin hikmetli bir anlatım
şöyledir:
Onlara
benzetmelerle konuşmamın nedeni budur. Çünkü, 'Gördükleri halde görmezler,
duydukları halde duymaz ve anlamazlar.' "Böylece Yeşaya'nın peygamberlik
sözü onlar için gerçekleşmiş oldu: 'Duyacak duyacak, ama hiç anlamayacaksınız,
bakacak bakacak, ama hiç görmeyeceksiniz! Çünkü bu halkın yüreği duygusuzlaştı,
kulakları ağırlaştı. Gözlerini kapadılar. Öyle ki, gözleri görmesin, kulakları
duymasın, yürekleri anlamasın ve Bana dönmesinler. Dönselerdi, onları
iyileştirirdim.' (Matta, 13:13-15)
Benzer örnekleri
Tevrat'tan da vermek mümkündür:
Ey sağırlar,
işitin, ey körler, bakın da görün!... Pek çok şey gördünüz, ama
aldırmıyorsunuz, kulaklarınız açık, ama işitmiyorsunuz. (Yeşaya, 42:18, 20)
Rab bana
şöyle seslendi: "İnsanoğlu, asi bir halkın arasında yaşıyorsun. Gözleri
varken görmüyor, kulakları varken işitmiyorlar. Çünkü bu halk asidir."
(Hezekiel, 12:1-3)
Kuran'da bu
benzetme şöyle yer almaktadır:
Öyleyse sağır
olanlara sen mi dinleteceksin veya kör olan ve açıkça bir sapıklık içinde
bulunanı hidayete erdireceksin? (Zuhruf Suresi, 40)
Sağırdırlar,
dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler. (Bakara Suresi, 18)
Kuran, İncil ve
Tevrat'taki bu ifadelerde bahsedilen elbette fiziksel bir körlük veya fiziksel
bir sağırlık değildir. Burada manevi körlük, manevi sağırlık ve manevi
dilsizlik vurgulanmaktadır. Bu sözlerde bahsedilen insanlar, Allah'ın
varlığının bütün delilleri kendi gözlerinin önüne serildiği ve bu deliller
sürekli karşılarında olduğu halde bunu göremeyen, Allah'ı takdir edemeyen
insanlardır. Manevi körlük ve sağırlığa ulaşmış bu insanları Allah lanetlemektedir.
Eğer buradaki
anlam klasik anlamda körlük veya sağırlık şeklinde alınırsa, elbette bu oldukça
yanlış yorumları beraberinde getirecektir. Bu yanlış yorumlardan kaçınabilmek
için, batıni tefsir yapabilmenin önemi büyüktür. Çünkü Allah, bu derin anlamlarla
insanlara çok büyük ve önemli mesajlar vermekte, onları doğru yola ulaştıracak
sırlar gizlemektedir.
İncil'deki
"oğul" ifadesi, batıni tefsir yoluyla değerlendirilmelidir
Şunu öncelikle
belirtmek gerekir ki, batıni tefsir eksikliği, İslam'da da, Musevilik'te de,
Hristiyanlık'ta da çeşitli şekillerde karşılaşılan bir durumdur. Dolayısıyla
bunu, yalnızca bazı Hristiyanlara yönelik bir eksiklik olarak algılamamak
gerekir. Ancak burada konu itibariyle bunun yalnızca Hristiyan kardeşlerimize
yönelik kısmı anlatılmaktadır.
Batıni tefsir
yapabilmek, bir kısım Hristiyan kardeşlerimizin içine düştüğü yanılgılar
açısından büyük önem arz etmektedir. Çünkü yıllardır süregelmiş olan Hz. İsa
(as)'ın Allah'ın oğlu olduğuna dair batıl inanç (Allah'ı tenzih ederiz), batıni
tefsir eksikliğinden kaynaklanan oldukça önemli ve tehlikeli bir yanlış
yorumlamadır. İncil'de ve yukarıda anlattığımız şekilde Tevrat'ta yer alan
"Allah'ın oğlu" ifadeleri, bu sözlerde geçen düz anlamları ile
alınmış ve derin anlamları gereği gibi düşünülmeden olduğu şekilde tefsir
edilmiştir.
Oysa burada
geçen "oğul" ifadesi, daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah'a manen
yakınlık, sevgi, seçilmişlik, dostluk ifadesidir. Allah'ın sevgili ve seçkin
kulu için belirttiği oldukça derin bir anlatımdır.
Hristiyanlar,
"Allah'ın oğlu" ifadesiyle haşa fiziksel bir anlamın
kastedilmediğini, burada bir kulun Allah'a manevi yakınlığının vurgulandığını
anlamalıdırlar. Batıni bakış açısı ile baktıklarında, bu hitap şekli ile çok
farklı ve derin bir mesaj verilmiş olduğunu daha iyi fark edeceklerdir.
Hz. İsa (as)'ın
Allah'ın Oğlu Olmadığına Dair İncil'den Deliller
Bazı
Hristiyanlar Hz. İsa (as)'ın yalnızca bir kul olduğu gerçeğinin sadece Kuran
ile haber verildiğini düşünüyor olabilirler. Oysa, Hristiyanların kendi
kitapları İncil, Hz. İsa (as)'ın imtihan olan, dua eden, yemek yiyen,
yorulduğunda uyuyan, Allah'a kulluk eden bir beşer olduğunu açıkça ve çeşitli
şekillerde haber vermiştir. Üçleme yanlısı Hristiyanlar her ne kadar
Müslümanların getirdiği üçleme karşıtı delillere karşı çıksalar da, Hz. İsa
(as)'ın Allah'ın oğlu olmadığını kendi kitapları yani İncil söylemektedir.
Telkinlerden ve önyargılardan arınmış her akıl ve her vicdan; İncil sözlerinin
açık, yorumsuz, saf anlamlarının bu şekilde olduğunu hemen anlayacaktır.
Hz. İsa (as)'ın
Allah'ın oğlu olmadığına, onun yalnızca Allah'a kul olan bir beşer olduğuna
dair İncil'den deliller şu şekildedir:
Hz. İsa (as)'ın
doğumu, soyu, yakınları
Bilinen tarihi
bilgilere göre Hz. İsa (as), Hz. Davud (as) soyundandır. Hz. İsa (as) halk
arasında tanınan bir kişidir. Halk onun kimin soyundan geldiğini, nerede doğup
büyüdüğünü bilmektedir. Hz. İsa (as)'ın ailesi de halk tarafından yakından
tanınmaktadır. Dolayısıyla o da, tüm diğer insanlar gibi soyu ve doğumu belli
olan bir beşerdir:
Eski
çağlardan beri kutsal peygamberlerin ağzından bildirdiği gibi, kulu Davut'un
soyundan bizim için güçlü bir kurtarıcı çıkardı; düşmanlarımızdan, bizden
nefret edenlerin hepsinin elinden kurtuluşumuzu sağladı. (Luka 1: 69-71)
İbrahim
oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soyuyla ilgili kayıt şöyledir... (Matta 1: 1-2)
Önden giden
ve arkadan gelen kalabalıklar şöyle bağırıyorlardı: "Davut oğluna hozana!
Rab'bin adıyla gelene övgüler olsun, en yücelerde hozana!" İsa Kudüs'e
girdiği zaman bütün kent, "Bu kimdir?" diyerek çalkalandı.
Kalabalıklar, "Bu, Celile'nin Nasıra kentinden İsa Peygamber"
diyordu. (Matta 21: 9-11)
Meryem'in
oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un kardeşi olan marangoz değil mi bu?
Kızkardeşleri burada, aramızda yaşamıyor mu?.. (Markos 6: 3)
Hz. İsa (as)'ın
beşeri özellikleri
Hz. İsa (as)'ın
bir beşer olması, üçlemeyi temelinden sarsan önemli bir konudur. Her ne kadar
üçlü birlik savunucuları Hz. İsa (as)'ın yeryüzünde maddi bir varlık, yani bir
beşer olarak tecelli ettiği, bu şekilde insanlara ulaştığı gibi sathi bir
mantık sunsalar da, bu durum Hz. İsa (as)'ın her insan gibi beşeri özellikleri
olmasının üçleme inancını tamamen ortadan kaldırdığı gerçeğini gidermemektedir.
Melekler de insan şeklinde tecelli edebilirler. Fakat üstün yaratılışlarının
bir tezahürü olarak yemek yeme, yorulunca dinlenme gibi ihtiyaçlardan
uzaktırlar. Durum böyleyken -haşa- bir tanrının bu insani ihtiyaçlarla
yeryüzünde var olduğunu iddia etmek çok vahimdir (Allah'ı tenzih ederiz).
İncil'de Hz. İsa
(as) ile ilgili verilen bilgilerden, bu kıymetli insanın "Allah'ın oğlu
değil, Allah'ın mübarek bir elçisi olarak anlatıldığı" açıkça
anlaşılmaktadır. Onun da her insan gibi bir hayat yaşadığı görülmektedir. O da
diğer insanlar gibi doğmuş, bebeklik, çocukluk ve gençlik dönemlerinden
geçmiştir. Yemek yeme ihtiyacı hissettiğinde yanındaki havarileriyle birlikte
Allah'a şükrederek yemek yemiş, uzun bir günün ardından her insan gibi yorulmuş
ve uyuma ihtiyacı hissetmiştir. Bunun yanı sıra Hz. İsa (as)'ın yıkanmak,
temizlenmek gibi fiziksel ihtiyaçlarının var olduğu İncil'de zikredilmektedir.
Bütün bu insani özellikler üçleme iddiasını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Hz.
İsa (as), bir kul, bir peygamber olması ve her insan gibi imtihana tabi olması
sebebiyle beşeri özellikler ve ihtiyaçlarla yaratılmıştır. İhtiyaçların ve
eksikliklerin ortadan kalktığı yer elbette ki yalnızca cennettir.
Hz. İsa (as)'ın,
iddia edilen ilahlık vasfını ortadan kaldıran, beşeri özellikleri ile ilgili
İncil pasajlarından bazıları şu şekildedir:
İsa bilgice
ve boyca gelişiyor, Allah ve insanlar önünde iyilik buluyordu. (Luka 2: 52)
Onlarla
sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. (Luka
24:30)
Sevinçten
hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine, "Sizde yiyecek bir şey
var mı?" diye sordu. Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. İsa onu
alıp gözlerinin önünde yedi. (Luka 24: 41-43)
Mayasız
Ekmek bayramının ilk günü öğrenciler İsa'nın yanına gelerek, "Fısıh
yemeğini yemen için nerede hazırlık yapmamızı istersin?" diye sordular.
(Matta 26: 17)
Daha sonra
İsa, Levi'nin evinde yemek yerken... (Markos 2: 15)
İsa bundan
sonra eve gitti. Yine öyle büyük bir kalabalık toplandı ki, İsa'yla öğrencileri
yemek bile yiyemediler. (Markos 3: 20)
Sofraya
oturmuş yemek yerlerken İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim" dedi,
"sizden biri, benimle yemek yiyen biri beni ele verecek." (Markos 14:
18)
Ferisilerden
biri İsa'yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi'nin evine gidip sofraya oturdu. (Luka
7: 36)
... İsa,
yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki
sularıydı. Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, "Bana su ver,
içeyim" dedi. (Yuhanna 4: 6-7)
İsa, kayığın
uç tarafında bir yastığa yaslanmış uyuyordu... (Markos 4: 38)
İsa onlara,
"Gelin, tek başımıza tenha bir yere gidelim de biraz dinlenin" dedi.
Gelen giden öyle çoktu ki, yemek yemeye bile vakit bulamıyorlardı. (Markos 6:
31)
...Yolculuktan
yorulmuş olan İsa kuyunun yanına oturdu... (Yuhanna, 4: 4)
Hz. İsa (as)'ın
da denemelerden geçmesi, imtihan olması, şeytanın onu da saptırmak için
çabalaması
İncil'de Hz. İsa
(as)'ın Allah tarafından denenmekte olan, imtihana tabi olan bir beşer olduğu
açıkça ifade edilmektedir. Allah'ın imtihan ettiği, denemelerden geçirdiği bir
beşerin Allah olması kuşkusuz ki imkansızdır (Allah'ı tenzih ederiz). Şeytanın
saptırmak için uğraştığı bir insanın böyle bir vasfa sahip olması olanaksızdır.
Allah, İncil'de Hz. İsa (as)'ın denenen, imtihana tabi olan ve Allah'a kulluk
eden bir beşer olduğunu haber vermiştir:
[Hz. İsa
(as):] "Denendiğim zamanlar benimle birlikte sabretmiş olanlar
sizlersiniz." (Luka 22: 28)
Sonra İblis
İsa'yı yükseklere çıkararak bir anda ona dünyanın bütün ülkelerini gösterdi.
Ona, "Bütün bunların yönetimini ve zenginliğini sana vereceğim" dedi.
"Bunlar bana teslim edildi, ben de dilediğim kişiye veririm. Bana
taparsan, hepsi senin olacak." İsa ona şu karşılığı verdi: "'Tanrın
Rab'be tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır." (Luka 4:
5-8)
İblis,
İsa'yı her bakımdan denedikten sonra bir süre için onun yanından ayrıldı. (Luka
4: 13)
Hz. İsa (as)'ın
babasız doğması üçleme iddiasına bir delil olamaz, Hz. Adem (as) hem annesiz
hem de babasız doğmuştur
Üçleme yanlısı
Hristiyanlar iddialarına delil olarak Hz. İsa (as)'ın babasız olarak mucizevi
doğumunu öne sürerler. Oysa bu iddiayı kuvvetli bir delil sayarlarken Hz. Adem
(as)'ın hem annesiz hem de babasız yaratılmış olduğunu düşünmezler. Hz. Adem
(as) hiçbir sebep ve vesile olmaksızın Rabbimiz'in "Ol" emri ile
cennette yaratılmıştır. Böyle bir yaratılma, daha da mucizevidir. Fakat buna
rağmen hiçbir Hristiyan Hz. Adem (as)'a ilahlık atfetmemiştir. Dolayısıyla bazı
Hristiyanların üçlemeye delil olarak öne sürdükleri bu mantık tümüyle
geçersizdir. Asla ve asla Hz. İsa (as)'a yüklenmeye çalışılan ilahlık vasfını
delillendirmemektedir.
Hz. Adem (as)'ın
yaratılışı, İncil ve Tevrat'ta şu şekilde geçmektedir:
Çünkü önce
Adem, sonra Havva yaratıldı; (1. Timoteos 2: 13)
RAB Tanrı
Adem'i topraktan Yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan
varlık oldu. (Yaratılış 2: 7)
İncil'de geçen
"Allah'ın oğlu" ifadelerinin hiçbiri fiziksel anlamıyla alınmamıştır,
sadece Hz. İsa (as)'a gerçek oğul anlamı yüklenmiştir
İncil'de pek çok
yerde "Allah'ın oğlu" veya "Allah'ın oğulları" ifadeleri
kullanılmaktadır. Daha sonra detayıyla anlatacağımız gibi Allah'ın oğlu
kelimeleri, bir sevgi ve muhabbet ifadesidir. Bir insanın kutlu, güvenilir,
sadık ve Allah'ın sevgili kulu olduğunun bir izahıdır. Dolayısıyla hiçbir
şekilde gerçek –fiziksel– oğul anlamını taşımamaktadır. Nitekim bu izah
İncil'de çok fazla yerde ve çok fazla kişiye hitaben kullanılmış fakat
hiçbirinde bu açıklama fiziksel anlamda kabul edilmemiştir. "Ne mutlu
barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek." (Matta 5:
9) izahında olduğu gibi, barışı sağlayanlar Allah'ın sevgili ve değerli kulları
haline gelecektir. Bunu hiçbir Hristiyan gerçek oğul manasında anlamaz, buna
farklı bir anlam yüklemez.
Durum böyleyken
İncil'de sadece Hz. İsa (as) için kullanılan "Allah'ın oğlu" ifadeleri
fiziksel anlamında alınmıştır. Aynı izahlar geçmesine, farklı hiçbir kelime
kullanılmamasına rağmen yalnızca Hz. İsa (as)'a gerçek oğul gibi bir sıfat
atfedilmiştir. Bu durum, Allah'ın oğlu ifadesinin asıl manasından
saptırıldığını ve kasıtlı olarak Hz. İsa (as)'a has özel bir anlam ile
kullanıldığını göstermektedir. İncil'de Allah'ın oğlu veya oğulları izahının
geçtiği bazı pasajlar şu şekildedir:
[Hz. İsa
(as):] "Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık
beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük olacak, Yüceler Yücesi'nin
oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi
yüreklidir." (Luka 6: 35)
Her Şeye
Gücü Yeten Rab diyor ki, "Size Baba olacağım, siz de oğullarım, kızlarım
olacaksınız." (Korintlilere 2. Mektup 6: 18)
Burada ayrıca
belirtmek gerekir ki, kutsal metinlerde Hz. İsa (as)'ın insanoğlu olarak
nitelendirilmesi 80 defa geçmektedir. Üçleme yanlısı Hristiyanlar bu ifadeyi
çeşitli şekillerde tevil etmeye çalışsalar da, insanoğlu ifadesi Hz. İsa (as)'ın
ana dili olan Aramice'de barnaşa yani "insan" anlamına gelen özel bir
deyimdir. Dolayısıyla insanoğlu deyimi bu dilde insan kelimesi ise
eşanlamlıdır. (Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bir Hristiyan Dogması Teslis,
Ankara Okulu Yayınları, Eylül 2007, s. 168)
İncil'de geçen
"Baba" hitabı yine mecazi anlamdadır ve tüm insanlığa seslenilmektedir
İncil'de oğul
kelimesinin yanı sıra "Baba" kelimesi de kullanılmaktadır. Buradaki
Baba ifadesi, koruyuculuk, sevgi ve şefkat anlamlarına gelmekte, buradaki hitap
ile Allah'ın ruhunu taşıyan, cennetle müjdelenen ve Allah'a manen yakın kişiler
hedeflenmekte ve elbette kelimenin gerçek anlamı hiçbir şekilde
kastedilmemektedir. Fakat teslisçiler, İncil'de anlamı bu kadar açık olan bir
kelimeyi söz konusu İncil pasajlarında mecazi anlamı ile alırken, Hz. İsa
(as)'a hitab olan pasajlarda Hz. İsa (as)'ın biyolojik babası olarak
almaktadırlar. Bu, açık bir yanlış yönlendirme, anlamı net olan bu konuda
açıkça bir saptırmacadır.
İncil'de
"baba" hitabının kullanıldığı ve mecazi anlamı oldukça açık olan
pasajlardan bazıları şu şekildedir:
Öyle ki,
verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice yapılanı gören Babanız sizi
ödüllendirecektir... Çünkü Babanız nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha
O'ndan dilemeden önce bilir. (Matta 6:4, 8)
"Doğruluğunuzu
insanların gözü önünde gösteriş amacıyla sergilemekten kaçının. Yoksa
göklerdeki Babanız'dan ödül alamazsınız. (Matta 6: 1)
Ama siz dua
edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız'a dua
edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. (Matta 6:
6)
İncil'deki
"Tanrı'nın çocukları" ifadesi de yine mecazi bir anlam taşımaktadır
İncil'de pek çok
pasajda yer alan "Tanrı'nın çocukları" ifadesi ile iman edenler
kastedilmekte ve manevi ve mecazi bir yakınlığa işaret edilmektedir. Bu
insanların kutlu, Allah Katında değerli, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olduğu
umulan kişiler oldukları vurgulanmaktadır. Burada hiçbir şekilde ilahlık vasfı
söz konusu değildir. İncil'deki "baba", "oğul" ve
"Tanrı'nın oğulları" ifadelerine önyargısız bakan herkes sözlerin
mecazi anlam taşıdığını, Allah'ın yakınlığını, şefkatini, sevgisini ve
koruyuculuğunu göstermek için özellikle bu ifadelerin kullanılmış olduğunu
rahatlıkla anlayabilir. İncil'de sıkça kullanılan bu sözlerin, Hz. İsa (as) söz
konusu olduğunda neden farklı yorumlandığı ise anlaşılamamaktadır. Anlam
elbette değişmemekte, aynı mecazi anlam kullanılmakta, fakat teslisçiler
kasıtlı olarak bu şekilde yorumlamaktadırlar.
İncil'de
"Tanrı'nın çocukları ifadelerinin geçtiği çeşitli pasajlar şu şekildedir:
Kendisini
kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı'nın çocukları olma hakkını
verdi. (Yuhanna, 1:12)
Sevgili
kardeşlerim, daha şimdiden Tanrı'nın çocuklarıyız, ama ne olacağımız
henüz bize gösterilmedi. Ancak, Mesih göründüğü zaman ona benzer olacağımızı
biliyoruz. Çünkü onu olduğu gibi göreceğiz. (Yuhanna'nın 1. Mektubu, 3:2)
Tanrı'yı
sevip buyruklarını yerine getirmekle, Tanrı'nın çocuklarını sevdiğimizi
anlarız. (Yuhanna, 5:2)
Baba ifadesinin
mecazi anlam içermesine bir örnek Hz. İbrahim (as) için kullanılmasıdır
İncil'de Hz.
İbrahim (as), iman edenlerin "babası" olarak tanıtılmaktadır. Açıktır
ki, burada da baba kelimesi mecazi bir anlamda kullanılmış, bu ifade ile Hz.
İbrahim (as)'ın liderliğine, koruyuculuğuna, kendisini izleyenlere yol
gösterdiğine vurgu yapılmıştır.
Bu nedenle
vaat, Tanrı'nın lütfuna dayanmak ve İbrahim'in bütün soyu için güvence altına
alınmak üzere imana bağlı kılınmıştır. İbrahim'in soyu yalnız Kutsal Yasa'ya
bağlı olanlar değil, aynı zamanda İbrahim'in imanına sahip olanlardır. "Seni
birçok ulusun babası yaptım" diye yazılmış olduğu gibi İbrahim, iman
ettiği Tanrı'nın -ölülere yaşam veren, var olmayanı buyruğuyla var eden Tanrı'nın-
gözünde hepimizin babasıdır. (Romalılar, 4:16)
"Bizim
babamız İbrahim'dir" diye karşılık verdiler. İsa, "İbrahim'in
çocukları olsaydınız, İbrahim'in yaptıklarını yapardınız" dedi.
(Yuhanna, 8:39)
İncil'de
"Yaratan yerine yaratılana, ölümsüz Allah yerine ölümlü insana kulluk
etmek" kınanmıştır
İncil'de bu
konuda geçen pasajlar çok önemlidir. Dönemin insanlarının, Yaratan yerine
yaratılana yani ölümlü bir insana taptıklarını, onu ilah edindiklerini izah
eder. İşte bu, teslisçi Hristiyanların şu an içinde bulundukları durumdur.
Onlar da bir beşeri ilah edinerek, yaratılan bir kulu kendilerince yaratıcı
ilan etmişlerdir. Allah onları İncil'de uyarmıştır:
Tanrı'yı
bildikleri halde O'nu Tanrı olarak yüceltmediler, O'na şükretmediler. Tersine,
düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü.
Akıllı olduklarını ileri sürerken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı'nın
yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara, sürüngenlere
benzeyen putları yeğlediler. Bu yüzden Tanrı, birbirlerinin bedenlerini
aşağılasınlar diye, onları yüreklerinin tutkuları içinde ahlaksızlığa teslim
etti. Tanrı'yla ilgili gerçeğin yerine yalanı koydular. Yaradan'ın yerine
yaratığa tapıp kulluk ettiler. Oysa Tanrı sonsuza dek övülmeye layıktır!
Amin. (Romalılar, 1:21-25)
Hz. İsa (as)'ın
"Allah Birdir" demesi
Allah Birdir.
Hz. İsa (as), İncil'de bunu açıkça söylemektedir. İncil'de Allah'ın Bir ve Tek
olduğu, yalnızca O'na kulluk edilmesi ve O'na şirk koşmadan iman edilmesi
gerektiği pek çok pasajda çok açık şekilde belirtilmiştir. (İncil'de Allah'ın
Birliği ile ilgili pasajların tamamını ilerleyen sayfalarda bulabilirsiniz.) Bu
sözlerde, ne üçlü birlikten, ne de üç ayrı tanrının tek bir tanrı anlamına
geldiğinden, ne de özde tek fakat varlıkta üç gibi mantık dışı izahlardan
bahsedilmemektedir. Yalnızca "Allah Bir" denilmektedir. İncil
ayetlerinde kesin olan gerçek, O'ndan başka İlah olmadığıdır. Bunu
görmek öylesine kolaydır ki bu kadar fazla Hristiyanın İncil pasajlarındaki
açık ifadelerine rağmen karmaşa içindeki bir üçleme inancını geliştirmeleri
gerçekten şaşılacak bir şeydir.
Onların
tartışmalarını dinleyen ve İsa'nın onlara güzel yanıt verdiğini gören bir din
bilgini yaklaşıp ona, "Buyrukların en önemlisi hangisidir?" diye
sordu. İsa şöyle karşılık verdi: "[Allah'ın buyruklarının] en önemlisi
şudur: 'Dinle, ey İsrail! Allah'ımız Rab tek Rab'dir… Din bilgini İsa'ya,
"İyi söyledin, öğretmenim" dedi. "'Allah tektir ve O'ndan
başkası yoktur' demekle doğruyu söyledin." (Markos, 12:28-32)
Kurtarıcımız
Tek Allah'a yücelik olsun... (Yahuda'nın Mektubu, 1: 24)
Sen
Allah'ın Bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun. Cinler bile buna inanıyor ve [Allah korkusuyla]
titriyorlar! (Yakup'un Mektubu, 2: 19)
Hz. İsa (as)'ın
Allah'tan korkmayı emretmesi
İncil'e göre Hz.
İsa (as) kendisinden değil, yalnızca Allah'tan korkulmasını öğütlemektedir.
Bazı Hristiyanlar konunun üçlü birlik olduğunu dolayısıyla Hz. İsa (as)'ın bu
emir ile kendisini de kastediyor olduğunu iddia edebilirler. Elbette ki bu
karmaşa, ancak üçleme savunucularının ortaya koyacağı ve insanları yanıltmak
için kullanabilecekleri bir mantıktır. Vicdanı güçlü hiç kimse bu saptırmacaya
kanmamalıdır. Ayetin anlamı kesin ve açıktır. Hz. İsa (as) hiç kimseyi
kendisine tapmaya çağırmamakta, hatta aksine yalnızca Tek İlah olan Allah'a
yönlendirmektedir.
[Hz. İsa
(as):] "Bedeni öldüren, ama canı öldüremeyenlerden korkmayın. Canı da
bedeni de Cehennemde mahvedebilen Allah'tan korkun." (Matta, 10:28)
Hz. İsa (as)'ın
Allah'ı sevmeyi emretmesi
Yine İncil'de
Hz. İsa (as), insanları sürekli olarak Tek Allah'a yöneltmekte ve O'na sevgi
duymalarını istemektedir.
İsa şöyle
karşılık verdi: "En önemlisi şudur: 'Dinle, ey İsrail! Allah'ımız Rab
tek Rab'dir. Allah'ın Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün
aklınla ve bütün gücünle seveceksin.'" (Markos, 12:29-30)
Hz. İsa (as)'ın
Allah'a yalvarmayı emretmesi
Üçleme
yanlılarına göre, dua edilmesi gereken kişi Hz. İsa (as)'dır. Ve şu anda üçleme
savunucusu Hristiyanlar uygulama olarak da Hz. İsa (as)'a dua etmektedirler.
Oysa İncil'de, Hz. İsa (as)'ın kendi ağzından duanın Allah'a yapılması
gerektiği söylenmektedir. Hükümde hiçbir karmaşa yoktur, Hz. İsa (as), hiçbir
yerde Allah'a yakarmak için insanların kendisine yönelmeleri gerektiğini
söylememektedir. Doğrudan Allah'a yalvarmalarını öğütlemektedir. Dua etmek için
aracılar olduğu, Hz. İsa (as) olmaksızın duanın Allah'a ulaşmayacağı gibi
karmaşık ve derme çatma fikirler ancak teslisçilerin uydurmasıdır. Kalp ve
mantık gözü ile bakan bir insan için İncil pasajları son derece açıktır.
O zaman İsa
öğrencilerine, "Ürün bol, ama işçi az" dedi, "Bu nedenle ürünün
sahibi Rab'be yalvarın, ürününü kaldıracak işçiler göndersin." (Matta,
9:37-38)
Hz. İsa (as)'ın
yalnızca Allah'a kulluk edilmesini söylemesi
Hz. İsa (as)
İncil'de insanları, kendisine değil Allah'a kulluk etmeye çağırmaktadır. Hz.
İsa (as)'ın bu izahlarında aslında kendisini kastettiği gibi zorlama bir anlam
arayanlar, yine üçlemeyi İncil'e dahil etmeye çalışanlardır. Ayet açıktır; Hz.
İsa (as), tıpkı Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as) ve Hz. Muhammed (sav) gibi Allah'ın
sevgili peygamberi olarak kendisine gönderilen tebilğ görevini yapmakta ve
insanları Allah'a kulluk etmeye çağırmaktadır.
İsa ona şu
karşılığı verdi: "'Allah'ın olan Rab'be tap, yalnız O'na kulluk et'
diye yazılmıştır." (Luka, 4:8, Matta, 4:10)
Hz. İsa (as)'ın
Allah'a iman edilmesini emretmesi
Hz. İsa (as)
İncil'de, yine kendisine indirilen peygamberlik görevini yapmakta ve insanları
Allah'a imana davet etmektedir.
İsa onlara
şöyle karşılık verdi: "Tanrı'ya iman edin." (Markos, 11:22)
Hz. İsa (as)'ın,
herşeyin Allah rızası için yapılmasını
öğütlemesi
Hz. İsa (as),
İncil'de insanları kendi rızasına değil Tek olan Allah'ın rızasına
yöneltmektedir. Demek ki rızası aranacak olan Hz. İsa (as)'ın kendisi değil
Yüce Allah'tır.
Sonuç
olarak, ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, herşeyi Allah'ın yüceliği için
yapın. (Pavlus'tan Korintlilere 1. Mektup, 10:31)
Günü
kutlayan, Rab için kutlar. Herşeyi yiyen, Allah'a şükrederek bunu Rab için
yer. Bazı şeyleri yemeyen de Rab için yemez ve Allah'a şükreder. Hiçbirimiz
kendimiz için yaşamayız, hiçbirimiz de kendimiz için ölmeyiz. Yaşarsak, Rab
için yaşarız; ölürsek, Rab için ölürüz. (Pavlus'tan Romalılara Mektup,
14:6-8)
Rab'den
miras ödülünü alacağınızı bilerek, her ne yaparsanız, insanlar için değil, Rab
için candan yapın... (Pavlus'tan Koloselilere Mektup, 3:23-24)
Hz. İsa (as)'ın
insanları, Allah'ı övmeye ve yüceltmeye teşvik etmesi
Hz. İsa (as),
etrafındaki insanları her zaman, tek övülecek ve yüceltilecek olan Yüce
Rabbimiz Allah'a yönlendirmiş ve O'nu yüceltip övmeye teşvik etmiştir. İncil
pasajlarında Hz. İsa (as) kendisini kastetmemektedir. Böyle bir yorum
pasajların içinde hiçbir yerde yoktur. Hz. İsa (as), sahip olduğu ilmin
kendisinden değil Allah'tan olduğunu söylemekte ve doğrudan Yüce Rabbimiz Allah'a
insanları yönlendirmektedir.
Yahudiler
şaşırdılar. "Bu adam hiç öğrenim görmediği halde, nasıl bu kadar bilgili
olabilir?" dediler. İsa onlara, "Benim öğretim benim değil, beni
Gönderenindir" diye karşılık verdi. "Eğer bir kimse Allah'ın
isteğini yerine getirmek istiyorsa, bu öğretinin Allah'tan mı olduğunu,
yoksa kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir. Kendiliğinden konuşan
kendini yüceltmek ister, ama kendisini Göndereni yüceltmek isteyen doğrudur
ve O'nda haksızlık yoktur." (Yuhanna, 7:15-18)
İsa yola
çıkarken, biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp ona, "İyi
öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?" diye sordu. İsa
ona, "... iyi olan tek biri var, O da Allah'tır." (Markos,
10:17-18)
Hz. İsa (as)'ın,
Allah'a itaat ettiğini açıklaması
Hz. İsa (as)
İncil'de Allah'ın bir kulu olduğunu, bir peygamber olarak gönderildiğini ve
peygamberlik vasfının gereği olarak da Allah'ın kendisine emrettiklerini
uygulamakla sorumlu olduğunu belirtmektedir. Kendinden bir şey yapmadığını ve
Kendisini gönderen Yüce Allah'ın buyruklarını yerine getirdiğini söylemektedir.
Sonsuz güç
sahibi bir İlah ancak Kuran'ın "...O, bir işin olmasına karar verirse,
ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi,
117) ayetinde bildirildiği gibi, yarattıklarına hükmeder. Hz. İsa(as) da bu
gerçeği bilen ve Allah'a itaat eden bir kuldur.
Dikkat edilirse
hemen her sözünde Hz. İsa (as), kendisini yaratan Allah'ın büyüklüğünü övmekte
ve O'nun emirlerini yerine getirdiğini belirtmektedir. Dolayısıyla Hz. İsa
(as)'ın bu konudaki İncil'de yer alan sözlerinde de üçlemeyi destekleyecek
hiçbir izah yoktur.
[Hz. İsa
(as):] "... kendi isteğimi değil, beni Gönderenin [Allah'ın] isteğini
yerine getirmek için geldim." (Yuhanna, 6:38)
[Hz. İsa
(as):] "Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam. İşittiğim gibi
yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi istediğimi değil,
beni Gönderenin [Allah'ın] istediğini yapmaktır." (Yuhanna, 5:30)
Hz. İsa (as)'ın,
mucizeleri Allah'ın izniyle gerçekleştirdiğini söylemesi
Tek Hakim elbette
Allah'tır. Ve her şeyin Hakimi Allah kuşkusuz bir peygamber olarak gönderdiği
Hz. İsa (as)'ın da Hakimidir. Hz. İsa (as), yaptığı herşeyi Rabbimiz'in izni
ile yaptığını elbette bilmektedir. Nitekim İncil sözlerinin çok büyük bir
bölümünde Hz. İsa (as)'ın bunu bilerek konuştuğu, Allah'ı yücelttiği ve
insanları Allah'a yönelttiği açıkça görülmektedir.
... İsa, Rab'bin
gücü sayesinde hastaları iyileştiriyordu. (Luka, 5:17)
İsa,
Allah'ın herşeyi kendi ellerine verdiğini ve Allah'tan gelmiş olup yine Allah'a
gittiğini biliyordu.
(Yuhanna, 13:3)
Bir kısım
Hristiyanlar, İncil'de geçen bu izahları da şu şekilde tevil edebilirler:
"Hz. İsa (as) hem insan hem de tanrı vasfı gösteriyordu. Dolayısıyla insan
vasıfları göstermesi normaldir". Böyle bir tevil, üçleme inancının
temelindeki derin mantık çöküntüsünü anlatmaktadır. İnsan özellikleri gösteren,
dünya hayatının gereği olarak acizliklerle yaratılmış bir varlık, nasıl ilah
olabilir? Böylesine bir iddia, Allah'ı sevdiğini iddia eden insanlar tarafından
nasıl kabul edilebilir?
Allah yücedir,
dünyadaki eksiklikleri bir imtihan olarak yaratandır, fakat Kendisi tüm
eksikliklerden münezzehtir. Daha önce defalarca üzerinde durduğumuz ve kitabın
ilerleyen sayfalarında da duracağımız gibi sorun, Allah'ın yüceliğini gereği
gibi anlamama, Allah'ı takdir edememe sorunudur.
Burada, İncil'e
dayanarak verilen tüm açıklamalar, Hz. İsa (as)'ın Allah'a sadık ve itaatli bir
kul ve beşer olduğunu açıkça göstermektedir. İncil'de kesin olarak bildirilen
bu ifadeler, zaman içinde üçleme mantıksızlığının süzgecinden geçirilmiş, İncil
sözleri karmakarışık yorumlarla üçleme inancına uygun hale getirilmeye
çalışılmıştır. Oysa bu aldatıcı telkini almamış bir kişi, İncil'e baktığında,
Hz. İsa (as)'ın insan ve kul olarak vasfını kolaylıkla anlayabilir. Böyle bir
kişi, üçleme iddiasının ne kadar zorlama bir izah olduğunu da rahatça
görebilir. Hatta böylesine açık izahlardan üçleme gibi bir mantığın çıkmasına
da oldukça şaşıracaktır. Demek ki açık bir zihin ve önyargısız bir bakış açısı
ile bakıldığında, her Hristiyan İncil'de hiçbir şekilde üçleme inancına dair
hiçbir şey olmadığını, dahası yukarıdaki İncil sözlerinden de anlaşılabileceği
gibi, aksine bu inancı ortadan kaldıracak ifadelerin yer aldığını görecektir.
Hz. İsa (as)'ın
Bir Beşer Olduğuna Dair Kuran'dan Deliller
Allah, Kuran'da
Hz. İsa (as)'ın ve annesi Hz. Meryem (as)'ın insani vasıflar gösteren birer
elçi olduklarını belirtmektedir. Ayette geçen "yemek yerlerdi"
ifadesi, bu önemli gerçeği vurgulamak için özel olarak kullanılmaktadır:
Meryem oğlu
Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de
yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak,
onlar ise nasıl da çevriliyorlar? (Maide Suresi, 75)
Yüce Allah, Hz.
İsa (as)'ın doğduğunu, çocukluk dönemi geçirdiğini ve Allah'ın izniyle
mucizeler gerçekleştirdiğini de belirtmektedir:
Allah şöyle diyecek:
"Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni
Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de
insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle
çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona
üfürdüğünde bir kuş oluyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle
iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimizle ölüleri (hayata) çıkarıyordun.
İsrailoğulları'na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar,
"Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları'nı
senden geri püskürtmüştüm." (Maide Suresi, 110)
Yüce Allah bir
başka ayetinde üçleme yanlılarına, tüm diğer insanlar gibi Hz. İsa (as)'ın da
Allah'ın dilemesi olmaksızın hiçbir şeye malik olamayacağını hatırlatmaktadır.
Andolsun, "Şüphesiz,
Allah Meryemoğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O,
eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok)
etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir?
Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini
yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)
Hz. İsa (as),
elbette ki Allah'ın çok sevdiği, onurlandırdığı, seçkin kıldığı bir insandır;
O'nun peygamberidir. Ama sonuçta bir kuldur. Kuran'da Hz. İsa (as)'ı
ilahlaştıranlara karşılık Hz. İsa (as) İsrailoğullarını Tek Allah'a ibadet
etmeye çağırmaktadır:
Andolsun,
"Şüphesiz Allah, Meryemoğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür. Oysa
Mesih'in dediği (şudur:) "Ey İsrailoğulları, BENİM DE RABBİM, SİZİN DE
RABBİNİZ OLAN ALLAH'A İBADET EDİN. Çünkü O, Kendisi'ne ortak koşana şüphesiz
cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı
yoktur." Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre
düşmüştür. Oysa Tek bir İlah'tan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte
olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir azab
dokunacaktır. Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa
Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 72-74)
Kuran'da bir
ayette, Hz. İsa (as) İsrailoğullarına, şu tebliği yapmıştır:
"Benden önceki
Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere
Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin.
Gerçekten Allah, BENİM DE RABBİM, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet
edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 50-51)
Hz. İsa (as)
Yüce Allah'ın, hem kendi hem de bütün yaratılanların Rabbi olduğunu açıklayarak
tebliğde bulunmaktadır. Hz. İsa (as)'ın bu tebliğine icabet eden az sayıda
havari, Hz. İsa (as)'dan "elçi" olarak bahsetmektedirler:
... Havariler:
"Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten
Müslümanlar olduğumuza şahit ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine
inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahitlerle beraber yaz."
(Al-i İmran Suresi, 52-53)
Yüce Allah,
yeryüzüne uyarıcılar olarak "elçiler" gönderdiğini ve bu elçilerin "Allah'ı
bırakıp bana kulluk edin" demelerinin imkansız olduğunu bir ayetinde
açıkça ifade etmiştir:
Beşerden hiç
kimsenin, Allah kendisine Kitab'ı, hükmü ve peygamberliği verdikten, sonra
insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" deme (hakkı ve
yetki)si yoktur. Fakat o, "Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitab'a göre
Rabbaniler olunuz" (deme görevindedir.) (Al-i İmran Suresi, 79)
Yukarıdaki
ayetler gibi pek çok ayette delilleri verildiği gibi, Hz. İsa (as); Allah'ın
yarattığı kutlu ve mübarek bir elçi, Allah'ın sevgili dostu ve peygamberi ve
Allah'a kul olan bir beşerdir. Fakat hiçbir şekilde Allah'ın oğlu değildir;
asla ilahlık iddia etmemiş, bundan Allah'a sığınmıştır. Tebliğinde daima Allah'a
bir kul olduğunu hatırlatmış ve insanları Allah'a iman etmeye çağırmıştır.
Rabbimiz, Kuran
ve İncil'deki açık delillere rağmen "Allah üçün üçüncüsüdür"
diyenleri "küfre düşmüşler" olarak tanımlamaktadır. Üçleme yanılgısı
Kuran'da şiddetle karşı çıkılan, Yüce Rabbimiz'in pek çok ayet ile uyarıda
bulunduğu çok derin ve büyük bir tehlikedir. Şu anda pek çok Hristiyan
kardeşimiz büyük ihtimalle bu büyük tehlikenin farkında olmadan, yalnızca
kendilerine öğretilenlere uyarak yaşamını sürdürmektedir. Söz konusu Hristiyanlar,
bu büyük tehlikenin mutlaka farkına varmalıdırlar.
Kuran son
kitaptır, İncil'i doğrulayıcı olarak gönderilmiştir ve dolayısıyla Hristiyan
kardeşlerimiz de Kuran'da bildirilen gerçekleri dikkate almakla yükümlüdürler.
Kuran'ın yol göstericiliğine açık olmalıdırlar. Bu, onlar için büyük bir şifa
ve rahmet olacaktır.
Teslisin Tevrat
kaynaklı olduğunu iddia eden Hristiyanlar yanılıyorlar
Tevrat'ta
çeşitli yerlerde, Allah'ın oğlu ifadesi ve bazı yerlerde de Allah'ın Kendi Zatı
için kullandığı "Biz" ifadesi yer almaktadır. Hristiyanların bir
bölümü söz konusu ifadeleri teslis inancının kaynağı olarak kabul ederler. Oysa
bu konuda ciddi bir hataya düşmektedirler.
1. İbranice
dilinde Allah'ın isimlerinden birisi "Elohim"dir. İbranicede
genellikle son kısımdaki 'im' eki çoğul ifade etmek için kullanılabilir
('bayit' ev, 'batim' evler demek olduğu gibi). Elohim ismindeki "im"
eki nedeniyle bir kısım Hristiyanlar burada Allah'ın isminin çoğul olarak
geçtiğini düşünmüşler ve Tevrat'a göre İsrailoğulları'nın üçleme inancına sahip
olduklarını iddia etmişlerdir. Fakat İbranice'de tek bir nesne ya da kavram
ifade eden, fakat sonu 'im' ile biten birçok kelime bulunmaktadır:
"Panim" yüz, "Shamayim" gökyüzü ya da gökler,
"Rahamim" merhamet ya da acıma, "Mayim" su,
"Pnim" iç demektir ve birçok buna benzer kelime vardır. Bu nedenle
Tevrat'ta buna dayanarak üçleme olduğunu iddia etmek tamamen cehalete dayanır.
Zaten
İbranice'de nesnenin çoğul ve tekil olması durumuna göre fiil
farklılaşmaktadır. Dolayısıyla fiile bakarak, cümlenin tekil şahsa mı yoksa
çoğula mı işaret ettiği rahatça anlaşılır. Eğer Elohim kelimesi, bir kısım
Hristiyanların iddia ettiği gibi çoğul anlamına geliyor olsaydı o zaman
İbranice olarak "Vayomru Elohim" (ilahlar dedi ki) şeklinde olması
gerekirdi. Fakat tüm Tevrat pasajlarında bu ifade "Vayomer Elohim"
(Allah dedi ki) şeklinde geçmektedir.
2. Aynı durum,
İbrani İncili'nde, Allah'ın bir başka ismi için de geçerlidir.
"Adonai" kelimesini bazı Hristiyanlar yanlış telaffuz ederler. Bu
aslında 'Benim Efendilerim' anlamına gelir. Fakat bu İbranice'deki doğru
telaffuzu değildir. İbranice'de bu kelime, "Adonoy" şeklinde okunur
ve bu ifade kesinlikle çoğul anlam ifade etmez.
3. Hristiyanlar
Tevrat'ın Yaratılış bölümünde geçen şu sözleri, üçün birliği iddiasına delil
getirmeye çalışırlar:
Tanrı,
"İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi,
"Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere,
yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı.
Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak
yarattı. (Yaratılış, 1: 26-27)
Tevrat
bölümlerinden, Yaratılış 1: 26. sözde yer alan, Allah'ın Kendi Zatı için
buyurduğu "insanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım"
ifadesinin çoğul olmasını ve sonraki pasajda Allah'ın Kendi Zatından bu defa
tekil olarak bahsetmesini, Hristiyanlar, üçlü birlik için önemli bir delil
olarak sunmaya çalışırlar. Oysa bu olağanüstü derecede zorlama bir izahtır.
Üçleme telkinlerinin etkisinde kalmamışherhangi bir insan hatta bir çocuk bile,
buradaki çoğul ifadelerin Allah'ın kudretini ve büyüklüğünü vurgulamak için
kullanılan özel bir anlatım ve hitab şekli olduğunu hemen anlayacaktır.
Rabbimiz'in Kendi Zatı için kullandığı "Biz" ifadesi, üçleme veya
üçlü birlik mantığını şiddetle lanetleyen Kuran'da da pek çok ayette
geçmektedir:
Sizin aranızda ölümü
takdir eden Biz'iz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir. (Vakıa Suresi, 60)
4. Hristiyanlar,
Tevrat'ta yer alan aşağıdaki pasajı da kendilerine göre yorumlarlar:
"Yaklaşın
bana, dinleyin söyleyeceklerimi: Başlangıçtan beri açıkça konuştum, O zamandan
bu yana oradayım." Egemen RAB şimdi beni ve Ruhu'nu gönderiyor.
(Yeşeya, 48:16)
Söz konusu
Tevrat pasajı, Hristiyanlar tarafından parantez içi zorlama açıklamalarla
üçlemeye delil olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Bununla Hristiyanlar,
üçlemedeki üç unsurun söz konusu pasajda geçtiğini iddia ederler. Oysa burada,
Allah'ın oğlu ifadesi hiçbir şekilde geçmediği gibi, Kutsal Ruh olarak
yorumlanan kısım ise, Allah'ın insana üfürmüş olduğu Kendi ruhudur. Allah
insanı Kendi ruhundan yaratmış olduğunu Kuran'da da bildirir:
Ki O, yarattığı
herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun
soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu
'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak,
gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
Allah'ın
ruhundan üflemesi, her insanın Allah'ın ruhunu taşıdığını ve hiçbir şeyin
Allah'tan ayrı olmadığını gösterir. Bunun Hristiyanlar tarafından nasıl Kutsal
Ruh olarak yorumlanmış olduğu ve burada Allah'ın oğlu çıkarımının nasıl
yapılmış olduğu anlaşılabilmiş değildir.
5. Zebur'da
(Tevrat'ın Mezmurlar bölümü) aşağıda belirtilen pasaj, bir kısım Hristiyanlar
tarafından yanlış yorumlanmaktadır:
RAB'bin
bildirisini ilan edeceğim: Bana, "Sen benim oğlumsun" dedi,
"Bugün Ben sana baba oldum. Dile benden, miras olarak sana ulusları,
mülk olarak yeryüzünün dört bucağını vereyim. ..." (Mezmurlar 2:7-8)
Tevrat'ın başka
pasajlarında da belirtildiği gibi burada "oğul" olarak belirtilen
kavram İsrail'dir. Allah'ın dindar İsrail halkına karşı koruyuculuğu bir
teşbihle anlatılmaktadır. Bir babanın oğullarına karşı davranışları ve
koruyuculuğu örnek verilmekte ve buradaki izah Allah'ın sevgili kulları
anlamına gelmektedir.
6. Yine
Tevrat'ta Daniel 7:13-14 bölümlerinde geçen "insanoğlu" nitelendirilmesi,
İncil'deki yanlış nitelendirmeye uydurulmaya çalışılmış ve Hz. İsa (as) için
iddia edilmiş olan tanrı vasfına işaret ettiği iddia edilmiştir. Oysa bu
tamamen yanlış bir yorumlamadır:
"Gece
görümlerimde insanoğluna benzer birinin göğün bulutlarıyla geldiğini
gördüm. Eskiden beri var Olan'ın yanına doğru ilerledi, O'nun önüne getirildi.
Ona egemenlik, yücelik ve krallık verildi. Bütün halklar, uluslar ve her dilden
insan ona tapındı. Egemenliği hiç bitmeyecek sonsuz bir egemenlik, krallığı hiç
yıkılmayacak bir krallıktır." (Daniel, 7:13-14)
Burada
kastedilen ölümlü bir insandır ve Tevrat alimlerinin ittifakla kabul ettikleri
şekilde bahsedilen hakim Kral, ahir zamanda gelecek olan Kral Mesih yani
Mehdi'dir. Kral Mesih, tüm uluslara hakim olacak, tüm haklar ve uluslar ondan
razı olacaktır.
Şunun
belirtilmesi gerekir ki Museviler, ne Hz. Musa (as) döneminde ne de sonrasında
hiçbir zaman söz konusu Tevrat pasajlarını üçleme mantığında
değerlendirmemişlerdir. Tevrat ilk indirildiği tarihlerde de bu kavramlar
hiçbir zaman üçleme manasında anlaşılmamıştır. Museviler, Tevrat'da geçen bu
yöndeki ifadelerin gerçek ve derin anlamını çok iyi bilirler, bunu üçleme
manasında kullanmaktan Allah'a sığınırlar. Buradaki ifadeyi batıni olarak
yorumlar ve Allah'ın kuluna olan sevgisini, koruyuculuğunu, yakınlığını
vurguladığını anlayabilirler. Nitekim Museviler, bazı Hristiyanların düz tefsir
ile Tevrat'tan pasajlara vermeye çalıştıkları yanlış anlamlara da karşı
çıkmaktadırlar.
Söz konusu
pasajları üçleme mantığında değerlendirmeye çalışan bazı Hristiyanlar, Tevrat'a
da tabi olduklarından bu iddialarına Tevrat'tan da hüküm çıkarmaya
çalışmaktadırlar. Oysa tüm Tevrat ve Zebur pasajlarında belirtilen, tek iman
itikadi olan tevhid inancıdır. Nitekim İncil de, Tevrat'ı doğrulayıcı olarak bu
tevhid inancını yüceltmektedir. Hristiyan kardeşlerimizin İncil'deki bu gerçeği
mutlaka görmeleri gerekmektedir.
Allah'ın Zatının
İnsanda Zuhur Ettiği Fikrini Hristiyanların da İstememeleri Gerekir
Salih
Hristiyanların bu konuda samimi davranmaları ve bir insana ilahlık atfetmenin
Allah'ın adetullahıyla, Hz. İsa (as)'ın getirdiği Hristiyanlık diniyle, İncil
ve Tevrat'ın hükümleri ile çeliştiğini; aynı zamanda akla ve mantığa aykırı
olduğunu da anlamaları gerekmektedir. Gerçek ve hak İncil'e asırlar sonra
eklenen böyle bir inancın ciddi bir tehlike olabileceğine ihtimal vermeleri ve
bunun üzerinde derin düşünmeleri gerekmektedir. Allah'ın üstün vasıflarını bir
insana yüklemeye çalışmanın ve acizliklerle yaratılmış olan bir insanı ilah olarak
görmenin ve göstermenin nasıl bir anlamı ve faydası olabilir? Yüce Allah'ın
buna kuşkusuz ki ihtiyacı yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz.) Böyle bir
yakıştırma, -çok defa hatırlattığımız gibi- ALLAH'IN KUDRETİNİ VE BÜYÜKLÜĞÜNÜ
GEREĞİ GİBİ TAKDİR EDEMEMEK ANLAMINA GELİR.
Bütün bunların
ötesinde Yüce Allah'ın yeryüzünde insan olarak Zatı ile zuhur etmesi gibi bir
fikri, zaten Hristiyanların da istememesi gerekir. Bunu, Yüce Allah'ın şanına
yakıştırmamaları gerekir. Allah'ın büyüklüğü, yüceliği, ululuğu, kudreti ve
sonsuz gücü Hristiyanlar için bir nimettir. Sonsuz güç sahibi bir Allah'a
inanmak mı daha güzeldir; yoksa uyuyan, yemek yiyen, ihtiyaç içinde olan
bir insanı ilah edinmek mi? Elbette bunun cevabını tüm Hristiyanlar hemen
göreceklerdir.
Allah'ın Kendi
üstün Zatını insanlara tanıtmak için ölümlü ve ihtiyaç içinde olan bir varlıkta
zuhur etmeye ihtiyacı yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz) Hristiyan kardeşlerimizin
İncil'e de Tevrat'a da akılcı bakmaları ve bütün bunları Allah'ın şanına uygun
şekilde değerlendirmeleri gerekmektedir.
Hz. İsa (as)'ın
insani vasıflara sahip olması, onun bir peygamber olarak elbette ki değerini
düşürecek bir durum değildir. Hz. İsa (as), Yüce Rabbimiz'in değerli ve çok
mübarek bir peygamberidir. Allah'ın Katında tüm diğer peygamberler gibi en
yüksek ve en kutlu konumdadır. Allah'ın sevgili dostu, yüce elçisidir.
Dolayısıyla onun bir insan olarak yaratılması, onun değerine, önemine ve
peygamber olarak yüceliğine elbette ki bir zarar getirmeyecektir.
Önemli olan şey,
Allah'a -bir ve tek olan Yaratıcımıza- iman etmektir. Allah insanlardan
Kendisi'ne şirk koşmadan iman ve kulluk etmelerini ister. İnsanların kulluk
edebilmeleri için Allah'ın yeryüzünde bir insan olarak zuhur etmesine ihtiyaç
yoktur. Hristiyan kardeşlerimizin, eğer gerçekten samimi bir bakış açısı ile bu
konuya yaklaşmak istiyorlarsa, şu soruyu kendilerine yöneltmeleri
gerekmektedir:
Allah'ın, Hz.
İsa (as)'da Zatı olarak tecelli etmemesi Yüce Allah'ın vasıflarından neyi
kaybettirir? (Allah'ı tenzih ederiz)
İnsanda Allah'ın
Zatı olarak tecelli etmemesi, Allah'ın vasıflarını, üstünlüğünü, güzelliğini
eksilten bir şey değildir. Bilakis bu, Allah'ın güzelliğine güzellik katar,
O'nun üstün vasıflarının daha iyi ve gereği gibi anlaşılmasını sağlar. Ölümlü,
uyuyan, yemek yiyen, acizlikler ve ihtiyaçlar içinde olan bir insana Allah'ın
Zatı olarak tecelli yakıştırması yaptıktan sonra, Allah'ın üstün vasıflarını
gereği gibi takdir edebilmek nasıl mümkün olabilir? Elbette ki böyle birşey
mümkün olmamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder