9 Mayıs 2013 Perşembe


ÜÇLEME YANILGISI

Allah Sebeplerden Münezzehtir ve Çocuk Edinmemiştir

Üçleme yanılgısı, üç bölüm olarak ele alınacaktır:

Birinci bölümde Kilise'nin 1870 yılında aldığı üçlemenin bir "akıl ve mantık konusu değil, üzerinde düşünülmemesi gereken bir sır" olduğuna dair kararının üzerinde durulmaktadır. Üçleme karmaşasının nasıl zaman içinde "düşünülmemesi gereken" bir dogma haline getirildiği izah edilmekte ve samimi Hristiyanlar Allah'ın vasıfları konusunda derin düşünmeye davet edilmektedirler.

İkinci bölümde bazı Hristiyanların üçleme iddialarının din ve mantık dışı olduğuna İncil ve Tevrat'tan deliller getirilmekte ve bu konuda Hristiyanların önemle düşünmeleri gereken çeşitli mantıklar sunulmaktadır.

Üçüncü ve son bölümde ise, Hristiyanlara maddenin hakikati konusunda çok önemli bilgiler verilmektedir. Maddenin gerçek mahiyeti ile ilgili verilmekte olan bu bilgiler üçleme yanılgısının dayandırıldığı bütün iddiaları kesin olarak ortadan kaldırmakta ve Hristiyan kardeşlerimizin hayatını değiştirecek, şimdiye kadarki bakış açılarını tamamen gözden geçirmelerini sağlayacak yeni bir anlayış sunmaktadır.

1. BÖLÜM
Yaratılan Her Şeyde, "Düşünebilen Bir Topluluk İçin Ayetler Vardır" (Nahl Suresi, 11)

Ellerimizin, hücrelerimizin, DNA, protein, enzim gibi yapıların; çeşit çeşit yaratılmış canlıların, kuşların uçmasının, balıkların yüzmesinin, yaprakların fotosentez yapmasının, göklerin, yıldızların, gezegenlerin, Güneş'in, Ay'ın, ağaçların baharda yeşermesinin, canlıların kış uykusuna yatmalarının, günlerin 24 saat olmasının, yağmurların, karların, kısacası görüp bildiğimiz, duyduğumuz, varlığından haberdar olduğumuz her şeyin bir amacı vardır. Bütün bunları düşünmeden, varlıklarının hikmetini anlamadan, onları görüp geçerek yaşamak kolaydır. İşte bazı insanları diğerlerinden ayıran en derin fark, kolaya tabi olmamaları, yaratılan her şey üzerine derin derin düşünmeleridir. Allah, Kuran'da da İncil'de de derin düşünme özelliğinin iman edenlere has bir özellik olduğunu belirtmiştir.

Eğer insan düşünmezse, kendisinin de bu hayatın da yaratılış amacını anlamaz. Eğer düşünmezse, nereden geldiğini, sorumluluklarının ne olduğunu ve nereye gideceğini bilmeden, hayatını boş, amaçsız ve gayesiz geçirebilir. Fakat insan, diğer canlılardan farklı olarak akla, vicdana, düşünme ve muhakeme etme yeteneğine sahiptir. Dolayısıyla önemli bir yükümlülüğü vardır. Nasıl ve ne için yaratıldığını düşünmek, Yaratan'ı anlamak ve O'na karşı sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür. İnsan, bu yükümlülüğünü gözardı ederek de yaşayabilir. Bu onun seçimidir. İşte insanlar, yaptıkları bu seçim ile birbirlerinden ayrılırlar. İman edenleri, akledenleri ve ahirette kazançlı çıkacak olanları diğerlerinden ayıran en büyük fark Yaratılış delilleri ve ayetler üzerinde derin düşünmeleri ve Yaratıcımızı gereği gibi anlayabilmeleridir.

Nitekim İncil'de ve Tevrat'ta da derin düşünmenin önemine dikkat çekilmektedir:

... Düşünmüyor musunuz? Anlamıyor musunuz? Yüreğiniz öylesine mi katılaştı? (Markos, 8:17)

Dediklerimi iyi düşün. Rab sana her konuda anlayış verecektir. (Pavlus'tan Timoteos'a 2. Mektup, 2:7)

Kardeşlerim, aldığınız çağrıyı düşünün... (Pavlus'tan Korintlilere 1. Mektup, 1:26)

... Gökteki değerlerin [Allah'ın Katında değerli olan şeylerin] ardından gidin.... Yeryüzündeki değil, gökteki [Allah'ın Katı'ndaki] değerleri düşünün... (Pavlus'tan Koloselilere Mektup, 3:1-2)

Rab'bin işleri büyüktür, onlardan zevk alanlar hep onları düşünür. (Mezmurlar, 111:2)

Böylece bütün bunları düşünüp taşındım ve şu sonuca vardım: Doğrular, bilgeler ve yaptıkları herşey Allah'ın elindedir… (Vaiz, 9:1)

… huzurunda, düşündükçe korkarım O'ndan. (Eyüp, 23:15)

Yatağıma uzanınca Seni anarım, gece boyunca derin derin Seni düşünürüm. (Mezmurlar, 63:6)

Ancak zevkini Rab'bin Yasası'ndan alır ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür. (Mezmurlar, 1:2)

Rab'bin işlerini anacağım, Evet, geçmişteki harikalarını anacağım. Yaptıkları üzerinde derin derin düşüneceğim, bütün işlerinin üzerinde dikkatle duracağım. (Mezmurlar, 77:11-12)

Önderler toplanıp beni kötüleseler bile, ben kulun Senin kurallarını derin derin düşüneceğim. Öğütlerin benim zevkimdir, bana akıl verirler. (Mezmurlar, 119:23-24)

Ne kadar severim Yasanı! Bütün gün düşünürüm onun üzerinde. Buyrukların beni düşmanlarımdan bilge kılar, çünkü her zaman aklımdadır onlar. Bütün öğretmenlerimden daha akıllıyım, çünkü öğütlerin üzerinde düşünüyorum. (Mezmurlar, 119:97-99)

Allah'ın yaptığını düşün: O'nun eğrilttiğini kim doğrultabilir? İyi günde mutlu ol, ama kötü günde dikkatle düşün… (Vaiz, 7:13-14)

Dinle, Eyüp, dur da düşün Allah'ın şaşılası işlerini. (Eyüp, 37:14)

Yasa Kitabı'nda yazılanları dilinden düşürme. Tümünü özenle yerine getirmek için gece gündüz onu düşün. O zaman başarılı olacak ve amacına ulaşacaksın. (Yeşu, 1:8)

Geçmiş günleri anıyor, bütün yaptıklarını derin derin düşünüyor, Ellerinin işine bakıp dalıyorum. Ellerimi Sana açıyorum, canım kurak toprak gibi Sana susamış. (Mezmurlar, 143:5-6)

Yalnız Rab'den korkun, O'na bağlılıkla ve bütün yüreğinizle kulluk edin. O'nun sizler için ne görkemli işler yaptığını bir düşünün! (1. Samuel, 12:24)

Senin buyruklarından zevk alıyor, onları seviyorum. Saygı ve sevgi duyuyorum buyruklarına, derin derin düşünüyorum kurallarını. (Mezmurlar, 119:47-48)

Yaptıkların kuşaktan kuşağa şükranla anılacak, güçlü işlerin duyurulacak. Düşüneceğim harika işlerini; insanlar büyüklüğünü, yüce görkemini konuşacak. (Mezmurlar, 145:4-5)

Yüce Allah, Kuran'da da, Kendisi'ne yönelip iman edenlerin, Yaratılış delilleri üzerinde düşünen insanlar olduklarını ve böylelikle Allah'ın üstün kudretini gereği gibi takdir edebildiklerini haber vermiştir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

Gerçek bir dindar olabilmek için derin düşünmek önemlidir. Gerçek dinin sathi ve düşünmeden yaşanması mümkün değildir. Derin düşünmek, iman ehli Müslümanların da, Musevilerin de, Hristiyanların da çok yoğun odaklanmaları gereken bir iman şartıdır. Ancak derin düşünüldüğünde Allah'ın büyüklüğünün ve yüceliğinin derinlemesine farkına varılabilir ve ancak o zaman Kutsal kitaplardaki sahih ve derin sözlerin batıni ve manevi anlamları çözülebilir. Din, yalnızca öğretilen ve ezbere yaşanan bir hayat şekli değildir.

Vatikan Konsilinin Kararı, "Üçleme Konusu Akıl ve Mantıktan Uzak Bir Sırdır, Düşünmenize Gerek Yok"

Allah'ın varlığını derin düşünmenin gerekliliğini Hristiyan kardeşlerimize anlatmamızın özel bir sebebi var. Bu sebep, Kilise'nin Hristiyanlara öğütlediği "düşünmeme" doktrininin ne kadar yanlış olduğunu gösterebilmektir.

Hatırlamak gerekirse, 4. yüzyıldan itibaren ardı arkası kesilmeyen ve sayısız konsil ile gündeme getirilerek sonuçlandırılmaya çalışılan üçleme konusu, en son, 1868-1870 yılları arasında düzenlenen Birinci Vatikan konsilinde, ardı arkası kesilmeyen tartışmalara son vermek amacıyla şöyle sonuçlandırılmıştır: "Üçleme, bir akıl ve mantık konusu değildir, dolayısıyla bir sır olarak kalmalıdır".

Kilise'nin belirlediği bir dogma daha, Hz. İsa (as)'ın peygamber olarak yeryüzüne gönderilişinden yaklaşık 1900 yıl sonra, iman şartı olarak Hristiyanlığa eklenmiş durumdadır. Kilisenin bu kararına uyan Hristiyanlar, şu anda teslis konusunu, üzerinde hiç düşünülmemesi gereken bir iman sırrı olarak kabul etmekte sakınca görmemekte, hatta bunu açıkça savunmaktadırlar.

Kilisenin düşünmeme yönündeki fetvasının tek sebebi teslisin büyük bir yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. Allah kuşkusuz ki her uydurma ve batıl şeyi mantıksızlıklarla, tutarsızlıklarla, çelişkilerle ve yenilgilerle yaratır. Teslis de bu şekildedir. Bu tutarsızlıkların farkında olan Kilise, bu sebeple yine dogma geleneğini devam ettirmiştir. Çünkü Hristiyanlığın başlangıcından itibaren biraz aklını ve mantığını kullanan ve bu sebeple resmi makamlarca sapık addedilen Hristiyanlar, bütün bu tutarsızlıkların ve mantıksızlıkların farkında olmuşlardır. Ya teslisi tamamen reddetmişlerdir ya da başka türlü anlamış ve değiştirmişlerdir. Dolayısıyla Kilise, düşünüp akıl kullanıldığında, dayattığı üçleme inancına karşı gelecek güruhların ortaya çıkacağının farkındadır.

Şu anda teslisin, üzerinde düşünülmemesi, çözülmek için uğraşılmaması, anlaşılmadan uyulması gereken bir sır olduğuna inanan çok fazla sayıda Hristiyan bulunmaktadır. Onları düşünmemeye teşvik eden bir dinleri olduğunu zannetmekte, Allah'ı anlamadan yaşamlarını devam ettirebileceklerini sanmaktadırlar. Bunu çoğu zaman açıkça söylemezler. Fakat buradaki "anlaşılamazlığın" normal olduğunu, her şeyi anlamaya muktedir olmadığımızı, dolayısıyla düşünüp bulmaya uğraşmanın da bir fayda sağlamayacağını ifade etmekten de çekinmezler.

Elbette her şeyi anlamaya muktedir olarak yaratılmadık. Fakat Allah bize Kendi Kudretini açıkça sergilediğini ve bunun da imanla düşünerek anlaşılacağını bildirmiştir. Bizi Yaratan Yüce Kudreti anlamak, bizim üzerimize bir yükümlülüktür. Bir insan, kendisini yaratan Allah'ı tanımadan, kime nasıl ibadet, kime nasıl dua edeceğini bilmeden nasıl bir din anlayışına sahip olabilir? Yaratılıştaki sırları nasıl keşfeder, ahireti nasıl anlayabilir? Allah'ın her an kendisini duyan ve gören olduğunu nasıl kavrayabilir? Dindar olmak için düşünmek, Allah'ı anlamak, Allah'ın büyüklüğünü takdir edebilmek şarttır. Bu, imanda derinleşmenin en önemli unsurlarından biridir.

Teslisi savunan hangi Hristiyan ile karşılaşırsanız karşılaşın, kendisine teslis konusunda sorulan sorulara mutlaka son derece tutarsız, anlaşılmaz, garip mantıklar sunan karmakarışık cevaplar verecektir. Dahası her bir Hristiyan üçlemeyi farklı anlatacaktır. Çünkü teslis konusunda ne anlattıklarının genellikle kendileri de farkında değildirler. Teslisi aklen ve mantıken izah etmeye çalışan Hristiyanlar, bir şekilde teslis olarak tarif ettikleri şeyin de dışına çıkmaktadırlar. Kimileri anlamaya çalışmakta, fakat onlar da başaramamaktadır. Kimileri bir mantık kurmaya çalışmakta, bunu da formüllerle izah etmeye çalışmaktadırlar. Büyük bir kesim ise vazgeçmiştir. Kilise'nin kendilerine dayattığı şekilde "düşünmemeyi" tercih etmekte, soranlara da bu konunun bir sır olduğunu dolayısıyla üzerinde düşünmekle sorumlu olmadığımızı söylemektedirler.

Elbette düşünmeyince herşey çok kolaydır. O zaman sorumluluklar da zahiren ortadan kalkar. Düşünmeye gerek duymayan bir insan, anlaşılmayan bir Allah'ın (Allah'ı tenzih ederiz) nasıl yarattığını, nasıl yarattıklarına hakim olduğunu, Allah'a karşı sorumluluklarını, Allah'a nasıl hesap vereceğini düşünmeye de gerek duymayacaktır. O zaman hayat son derece basitleşir. Nitekim şu anda Hristiyanların büyük bir kısmı bu şekilde yaşamaktadır. Bu elbette bir kısım Müslümanlar ve Museviler için de geçerlidir. Fakat özellikle teslis konusunda Hristiyanlara verilen telkin, onları tümüyle Allah ve yarattıkları hakkında derin düşünmekten engellediği için, onlar için bu durum daha tehlikeli boyutlardadır. Pek çoğu yalnızca Pazar günleri kiliseye gitmek ve Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğuna inanmakla Allah'ın rızasını ve cennetini hak edebileceklerini düşünmektedirler. Bu da Hristiyanların büyük bölümünü farkında olmaksızın şirk içinde yaşamaya; dünya ehli olmaya; helal-haram kavramlarına bağımlı olmamaya; Allah'ın rızasını kazanmak için dua etmek ve kiliseye gitmek dışında hiçbir şey yapmamaya; ateizm, Darwinizm, komünizm, materyalizm, terörizm gibi Allah inancına karşı geliştirilmiş akım ve ideolojilere karşı mücadelede bulunmamaya; dünyada dindarlara, zavallı insanlara yöneltilen saldırılardan uzak yaşamaya ve bütün dünyaya gözlerini kapatarak yalnızca kendi evlerinin içindeki küçük dünyada yaşamlarını sürdürmeye yöneltmektedir. Elbette istisnalar vardır. Fakat Hristiyanların büyük bir bölümünün bu durumda olduğu, inkar veya itiraz edilecek bir durum değildir. Herhangi bir Hristiyan, dünya çapında hakim olan ortalama Hristiyan yaşam şeklinin temelde böyle olduğunu çok iyi bilir. İşte düşünmeden yaşamanın getirdiği dindarlık böyle bir dindarlık olur o zaman. Söz konusu Hristiyanların böyle bir din anlayışının tehlikelerini görmeleri gerekir.

"Üç Birliği Tek Tanrı Demektir" Aldatmacası

Teslis konusu ile ilgili en büyük aldatmacalardan bir tanesi, belki de en büyüğü, bazı Hristiyanların üçleme adı altında aslında Bir Allah'ın kastedildiğine dair izahlardır. Özellikle üçlemenin putperest inanç ile bağdaştırılmasından rahatsız olan bazı Hristiyanlar, kastettiklerinin üç unsurda birleşmiş tek bir İlah olduğunu savunmaktadırlar. Genellikle bu anlatımı kendileri de çok iyi anlamamakta ve aslında aleni olarak üç tanrı inancını tarif etmektedirler.

Kimi teslisçiler üç unsurda tek bir cevherin birleştiğini, dolayısıyla üç unsurun da tanrı olduğunu; kimileri babanın en büyük olduğunu, diğerlerinin babadan geldiğini; bazıları üç tanrı arasında bir işbölümü olduğunu; bazıları ise oğulun babadan, Kutsal Ruh'un da oğuldan geldiğini iddia ederler. Üçlemeye dair buna benzer iddiaların sayısı çok fazladır. Fakat hepsi, karmakarışık anlattıkları bu teslis dogması ile kasdettiklerinin aslında Tek Allah olduğunu iddia ederler. Eğer gerçekten tek Allah inancına sahiplerse elbette bu güzeldir, fakat bunun için yapılan söz konusu tarifler son derece yanlıştır.

Şu çok önemlidir: İncil, bütünüyle Hristiyanlara Allah'ın Bir olduğunu söyler. İncil'de Allah'ın Birliğini ifade eden ve Tek Allah'a kul olmayı emreden çok fazla pasaj bulunmaktadır. Ve bu pasajların tümü son derece açıktır. Fakat buna karşılık, İncil'in hiçbir yerinde üçleme ifadesi geçmediği gibi, üçlemeye delil gösterilebilecek tek bir açıklama dahi yoktur. Delil olarak öne sürülen pasajların tümü üzerinde zorlama yorumlar yapılan, parantez açıklamalarıyla içine Allah'ın oğlu ve Kutsal Ruh ibareleri eklenen, tamamen farklı bir anlama sahipken kasıtlı olarak üçlemeye delil gibi yorumlanan pasajlardır. İncil'de Tek Allah açık ve aleni şekilde vardır, üç Tanrı ise İncil'in hiçbir yerinde yoktur.

Teslisçiler, kendi türettikleri teslisin üç unsuru olan baba, oğul ve Kutsal Ruh'un hem ayrı şahıs veya ayrı ayrı varlıklar olup hem de tek bir "cevher" olduğunu, nasıl olup da üçün hem üç hem de bir olduğunu asla açıklayamamışlardır. Bu büyük çelişkinin de daima farkında olmuşlardır. Yine aynı şekilde üç tanrının nasıl farklı görevler üstlendiğini; yaratma fiili babaya ait ise, nasıl diğerlerinin bu özelliğe sahip olamadığını; doğmayan, doğrulmayan, zamandan ve mekandan münezzeh olan tek bir İlahın, nasıl zaman ve mekan içinde farklı şahıslara ayrılmış olduğunu asla açıklayamamaktadırlar. Zaten açıklayabilmeleri de mümkün değildir.

Teslisçilerin iddialarına göre üç tanrı eğer her yönden eşit ise –ki bu üçlemeyi savunan çoğunluk Hristiyanın savunduğu bir şeydir– şu durumda ayinlerde bir tanesine tapınmak onların mantığına göre yeterli olmalıdır. Fakat teslisçi Hristiyanlar üçüne birden tapınmak gerektiğine inanırlar. Bu da teslisin üçtanrıcılıktan çok farklı bir inanç olmadığını gösterir.

Üç tanrının tekliği iddiası, olağanüstü derecede mantıksızdır. Her şeye gücü yeten, tüm varlıkların Hakimi olan, onların tümünü yoktan yaratan Allah'ın üç ayrı varlık olarak tezahür etmesine nasıl bir ihtiyaç olabilir? (Allah'ı tenzih ederiz) Üstelik tek İlah'a inandıklarını iddia eden üçleme yanlıları, Müslümanların ve Musevilerin tevhid inancı olan "Allah'ın mutlak Birliği ve Tekliği" vasfını tam olarak anlamamaktadırlar. Tevhid inancında Allah Mutlak Birdir, Tekdir, BİR EŞİ-BİR BENZERİ YOKTUR. HİÇBİR ŞEY O'NA EŞ OLAMAZ, HİÇBİR ŞEY O'NUN BENZERİ OLAMAZ. Allah'ın Birliği budur. Dolayısıyla üçleme inancı asla ve asla tevhid inancı değildir. Üçleme ile Bir Allah'a inandığını iddia edenler ya aldatılmışlardır, ya da doğru söylememektedirler.

Fakat asıl soru, böyle bir karmaşaya neden ihtiyaç olduğudur. Tek Allah'a inanmanın gönül huzuru, rahatlığı, güvenliği ve mutluluğu varken, böylesine karmaşık, birbirini tutmaz ve olağanüstü çelişkili izahlara neden gereksinim duyulmaktadır? Bütün bu karmaşanın yerine doğrudan Bir ve Tek olan Yüce Allah'a inanmak, Bir ve Tek İlah olarak O'na yönelmek çok daha güzeldir. Her şeyi gören ve bilen Bir Allah'ın varlığı bir rahmettir. Her an bizimle olan, dua ettiğimiz zaman bizi duyan, hatta sinelerde gizli olanı da bilen ve ona icabet eden, her şeyi kontrolü altında tutan Yüce Rabbimiz'in varlığı ne büyük nimettir. Üçleme inancının karmaşası içinde boğulmuş durumda olan bazı Hristiyan kardeşlerimiz tevhid inancının bu güzelliğini bilmemektedirler. Allah'a böylesine yakın olmanın güzelliğini bilseler, üçlemeyle nasıl kendilerini Yaratan'dan uzaklaştırdıklarının farkına varacaklardır. Allah'ın yüceliğini bilmek, Allah'a Bir ve Tek İlah olarak iman etmek, Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edebilmek mutlulukların en büyüğüdür.

De ki: "Ben, yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden Allah'tan başka bir İlah yoktur." "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır." (Sad Suresi, 65-66)

Hak Dinde Karmaşa Yoktur, Eğer Karmaşa Varsa Batıl İtikatlardan Şüphelenilmelidir

Allah'ın yarattığı her hak din çok kolaydır. Dinin hükümleri düşünülmesi zor, anlaşılmayacak, sır olarak kalacak konular değildir. Yüce Rabbimiz'in varlığı çok açıktır. Allah'ın varlığı, Allah'ın yaratma sanatı, Allah'ın yarattığı varlıklara yakınlığı ve hakimiyeti de çok kolay anlaşılan konulardır. Dinde asla ve asla karmaşa yoktur. Vicdanı ve aklı ile bakan bir insan Yüce Yaratan'ın her şeyin Sahibi olan ve her şeye Hükmeden Tek Yaratıcı olduğunu, "her şeye güç yetiren" vasfının bir gereği olarak oğul edinmeye ihtiyacı olmadığını, tüm varlıklara en yakın olduğunu, O'ndan başka hiçbir Güç olmadığını mükemmel şekilde anlayabilir. Dolayısıyla teslis inancını savunanlar ve onlara uyanlar yanılmaktadırlar.

Eğer dinde teslisçilerin yaşadığı tarzda bir karmaşa olduğu iddia edilirse, bu bir şüphe sebebidir. Orada artık hak olan yerini batıla bırakmıştır. Eğer Kendi üstün eserlerini en küçük zerrede, devasa büyüklükteki kainatta veya tek bir atomun derinliklerinde dahi göstermiş ve açıkça sergilemiş olan Yüce Allah'ın vasfını açıklamak ve anlamak bu kadar zor hale geldiyse, orada şeytanın oyunundan şüphelenilmelidir.

Tek bir Yaratıcı vardır ve kainattaki her şey bu Üstün Yaratıcı'nın sanatına işaret eder. Onları yoktan yaratan Allah, onları her an kontrolü ve denetimi altında tutmaya da kuşkusuz kadirdir. Rabbimiz'e ulaşmak için vesilelere ihtiyaç yoktur. Başka sözde ilahlara da ihtiyaç yoktur (Allah'ı tenzih ederiz). Allah bizi bizden daha iyi bilen, bizi her an gözetimi altında tutandır. Dolayısıyla samimi Hristiyanlar, bir karmaşa içinde olduklarını fark etmeli ve hak dinin berrak, anlaşılır ve son derece zevkli tevhid anlayışına kalplerini açmalıdırlar. Nitekim Kuran'da bunun dışındaki bir yolun "çelişki ve aykırılık" olduğunu Allah bildirmiştir:

Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 137)

Teslis İnancı, Allah'ı Takdir Edebilmenin Önündeki Büyük Bir Engeldir

Teslis inancını Kilise'nin değiştirilemez doktrini olarak görüp bugün ona uyan Hristiyanların belki de bu konudaki en büyük sorunlarından birisi, Allah'ı gereği gibi takdir edememeleri, Allah'ın vasıflarını tam olarak anlayamamalarıdır. Yüce Allah, dev büyüklüklerden keşfedilmesi dahi olağanüstü derecede zor küçüklükteki tüm alemleri, tüm kainatı YOKLUKTAN yaratmıştır. Yoktan muazzam bir evren yaratan, onun içindekilerin tümünü bir denge ve düzen içinde var eden, insanı ve tüm diğer canlıları bu muhteşem sistem içinde kusursuzca yaratan, insana bir kader veren Allah kuşkusuz ki yarattığı her canlıyı gözetip korumaya da kadirdir. Rabbimiz, her şeyin bilgisine sahiptir. O, her şeyi görür, her şeyi işitir. O'ndan hiçbir şey gizli değildir. O'nun bilgisi olmaksızın tek bir canlı tek bir nefes dahi alamaz, tek bir yaprak dahi hareket edemez, tek bir elektron yer değiştiremez. Allah dilerse, bunların tamamını yok etmeye ve yeniden görülmemiş, tanınmamış bir güzellikte yoktan var etmeye kadirdir. Allah için bu kuşkusuz ki çok kolaydır. Rabbimiz'in yalnızca "Ol" emri ile her şey olur.

Allah her gözün gördüğünü görür, her sesi duyar. Her gözün göreceğini de, her kulağın duyacağını da zaten yaratan O'dur. Kuran'ın bizlere gösterdiği İslam'ı tam olarak anlayamamış olan bazı Hristiyanlar, İslam'da Allah'ın insanlara uzak olduğuna dair bir anlayış olduğunu iddia ederek teslis dogmasını kendilerince haklı çıkarmaya çalışırlar. Oysa Allah bizden uzak değildir, her an bizimledir. Allah her yerdedir ve İslam bu gerçeği Kuran ayetleriyle insanlara haber verir. İslam'ın aksine teslis düşüncesi Allah'ı uzak görür. Bu sebeple Allah'ın ancak Hz. İsa (as)'ı vesile ederek kullarına ulaşabildiği düşüncesi hakimdir. İşte bu düşünce, Allah'ı tam anlayamama, gereği gibi takdir edememekten kaynaklanır.

Allah'ın kendilerinden uzak olduğunu düşünen bazı Müslümanlar elbette vardır. Fakat onların kaynağı Kuran değil, kendi türettikleri hurafelerdir. Dolayısıyla onların savundukları şeyin bilgisi İslam'da yoktur. Gerçekte, Allah'ın kendilerinden uzak olduğunu düşünen bir kısım Müslümanlar da, Allah'ın kendilerine vesilelerle ulaşabileceğini düşünen teslisçi Hristiyanlar da aynı yanlış anlayışı paylaşırlar. Yüce Rabbimiz Kuran'da;
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16)

"Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin..." (Tur Suresi, 48),

"...Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır." (En'am Suresi, 59)

"...O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir." (Hud Suresi, 5)

"...Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)

ayetlerinde ve bunun gibi pek çok ayette haber verdiği gibi, insana EN YAKIN olduğunu açıkça bildirmiştir. Hiç kimse, hiçbir varlık, insana Allah'tan daha yakın değildir. Her gözden Allah görür, her kulaktan Allah işitir. Allah, bir kısım Müslümanların ve Hristiyanların düşündüğü gibi yalnızca göklerde değil, HER YERDEDİR. Bir yaprak düştüğünde onu gören kimse olmasa da Allah onu mutlaka görür, bilir. Yerin altındakiler, denizin kilometrelerce derinliğindekiler, hücrelerimizin içindekiler ve tamamen görünmez bir alem olan atomlar, elektronlar, kuarklar bizim için bilinmez olsa da, Allah onların her birini her an bilir ve her an görür.

Birbirinden farklı çeşitli vasıfları olan üç ayrı tanrının varlığını öne süren teslisçiler, Allah'ın işte bütün bu satırlarda anlatılan üstünlüğünü, yüceliğini, kudretini bilmemektedirler. Bunu bilseler, Allah'ın kendilerine çeşitli vesilelerle ulaştığı düşüncesinin yanlışlığını hemen anlayabileceklerdir. Allah'ın vesilelere ihtiyacı yoktur. O, yaratılanı daha yaratılmadan önce bilen, sinelerin özünde saklı olandan haberdar olandır.

Bu gerçeği daha iyi anlamak için tecelli kavramının ne olduğunu, onun için de maddenin hakikatini bilmek gerekmektedir. O zaman Hristiyanlar, tüm bu anlatılanların metafizik bir inanç olmadığını, Allah'ın açıkça insanlara bildirdiği bu gerçeğin bilimsel olarak ispatlanmış olduğunu daha iyi anlayacaklardır. Bu konu, üçüncü bölümde detaylı olarak işlenmektedir.


2. BÖLÜM

Yüce Allah Çocuk Edinmemiştir

Yüce Allah, tüm varlıkların Hakimi, yaratılan her şeyin Sahibidir. Allah, tüm sebeplerden münezzehtir, çünkü meydana gelen tüm olayları ve bu olayların oluşma sebeplerini de yaratan Kendisi'dir. Dünya üzerindeki herşey belli sebeplere bağlı olarak gelişir. Fakat Rabbimiz'in bu sebeplere ihtiyacı yoktur. Babalık, oğulluk, çocuk edinme gibi insan hayatına dair durumları da Rabbimiz var etmiştir. Dolayısıyla "Allah çocuk edindi" (Allah'ı tenzih ederiz) diyenler Allah'ın yüceliğini ve sıfatlarını anlamamaktadırlar. Yüce Rabbimiz'in herhangi bir şeyi yaratmak, herhangi bir şeyi yapmak için yalnızca dilemesi yeterlidir. Hiçbir şey O'ndan uzakta değildir. O, yaratılanı en iyi bilen, yaratılmadan önce takdir edendir.

Allah'a oğul yakıştırması yapanlar, Rabbimiz'in bu vasıflarını bilmeyenler veya gereği gibi anlamayanlardır. Daha önce de hatırlattığımız gibi Allah Kuran'da, Rabbimiz'i takdir edemeyenlerin gösterdiği bu cesaretin büyüklüğünü şu ayetleri ile bildirmiştir:

"Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, GÖKLER PARAMPARÇA OLACAK, YER ÇATLAYACAK VE DAĞLAR YIKILIP GÖÇECEKTİ. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.) Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem Suresi, 88-93)

Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi, Allah'a çocuk isnad etmek; tüm kainatı yerle bir edecek kadar şiddetli, Rabbimiz'in gazabını hak eden çok büyük bir suçtur. Kuran'da Rabbimiz'in çocuk edinmediğine pek çok ayet ile vurgu yapılmıştır. Ayetlerde, Rabbimiz'in çocuk edinmekten münezzeh olduğu, "doğurmamış ve doğurulmamış" olduğu, hiçbir şeyin O'nun dengi olamayacağı açıkça ifade edilmektedir. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:

De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir. (İhlas Suresi, 1-4)

Dikkat edin; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki "Allah doğurdu." Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söyleyenlerdir. (Saffat Suresi, 151-152)

"Allah çocuk edindi" dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Kendinizde buna ilişkin bir delil de yoktur. Allah'a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? (Yunus Suresi, 68)

Eğer Allah, çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini elbette seçerdi. O, yücedir; O, bir olan, kahredici olan Allah'tır. (Zümer Suresi, 4)

Yüce Rabbimiz tüm kainatın mutlak Hakimi'dir, Rabbimiz'in hiçbir ortağa veya yardımcıya ihtiyacı yoktur (Allah'ı tenzih ederiz). O istediğinde "Ol" der ve o olur. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 111)

Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir. (Meryem Suresi, 35)

Yüce Allah, "Allah oğul edindi" iddiasında bulunanları KURAN ile uyarıp korkuttuğunu bildirmektedir. 
Demek ki üçleme ile hataya düşmüş olan Hristiyanlara Kuran doğru yolu gösterecektir. Allah onları Kuran vesilesi ile bu önemli hatadan alıkoymaktadır:

(Bu Kur'an) "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarıp-korkutur. Bu konuda ne kendilerinin, ne atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne (kadar da) büyük. Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar. (Kehf Suresi, 4-5)

Yukarıdaki ayetlerde ayrıca, Allah çocuk edindi diyenlerin bu konuda ne kendilerinin ne de kendilerinden öncekilerinin hiçbir bilgisi olmadığı yani bunun tamamen bir aldatmaca olduğu belirtilmektedir. Allah bilgisizce türetilmiş bu iddianın tehlikesini Kuran'da, "ağızlarından çıkan söz ne (kadar da) büyük", ifadesiyle hatırlatmaktadır.

Rabbimiz, çocuk edinmediğini bildirdiği bir ayette aynı zamanda Allah ile beraber bir başka ilahın daha olmadığını da haber vermektedir:

Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir ve O'nunla birlikte hiçbir İlah yoktur; eğer olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden yücedir. (Müminun Suresi, 91)

Bu ayet, üçleme yanlısı Hristiyanların her iki iddiasını da -Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğu ve Hz. İsa (as)'ın ilahlık vasfına sahip olduğu iddialarını- tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Cenab-ı Allah, Kuran'da, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e, bu iddia ile ortaya çıkan kişilere şöyle söylemesini vahyetmiştir:

"De ki: "Eğer Rahman'ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum." (Zuhruf Suresi, 81)

"Allah"ı gereği gibi takdir edememek" derken, Allah'ın ayetlerde belirtilen üstün sıfatlarını anlamamak kastedilmektedir. Çünkü bir insanın üçleme inancını kabul edebilmesi için, Allah'ın her şeyin Hakimi olduğunu, yaratmak ve yaşatmak için hiçbir vesileye, yardımcıya ihtiyacı olmadığını; Allah'ın dilese çocuk edinmeye muktedir ama bundan münezzeh olduğunu; bir şeyi dilediği takdirde yalnızca "Ol" emrini vermesinin yeterli olduğunu; yerin, göğün tüm varlıkların O'nun emrine boyun eğmiş olduklarını anlayamıyor olması gerekir. Allah'ın hiçbir şey için Kendi özünden başka ilahlar yaratmaya ihtiyacı yoktur. Allah, daha doğmadan doğacak olanı, daha söylenmeden söylenecek olanı, daha bakmadan görülecek olanı, sinelerin özünde saklı olanı, KISACA HER ŞEYİ ezeliyetten ebediyete kadar bilir. Rabbimiz bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Allah'ın sonsuz güç ve kudret sahibi olması, İncil pasajlarında ise şu şekilde geçer:

... O, herşeyin üzerinde hüküm süren, sonsuza dek övülecek Allah'tır. (Pavlus'tan Romalılara Mektup, 9:5)

... Gücü herşeye yeten Rab Allah, senin işlerin büyük ve şaşılacak işlerdir... (Vahiy, 15:3)

Allah'ın yapamayacağı hiçbir şey yoktur. (Luka, 1:37)

... Allah'tan [Allah'a ait] olmayan yönetim yoktur. Var olanları Allah kurmuştur. (Pavlus'tan Romalılara Mektup, 13:1)

Herşeyin kaynağı O'dur; herşey O'nun tarafından ve O'nun için var oldu. Sonsuza dek O'na yücelik olsun. (Pavlus'tan Romalılara Mektup, 11:36)

Her şey O'na teslimdir. Hiçbir şey başıboş değildir. Her biri mutlaka Rabbimiz'e itaat ile yükümlüdür. Allah işte böylesine kahredici, büyük ve üstün bir güce sahiptir:

…Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur… (Al-i İmran Suresi, 83)

Hz. İsa (as), Derin Allah Aşkı ile Yaşayan Bir KULDUR

İncil'de Rabbimiz şöyle buyurur:

Allah, sizleri kötü yollarınızdan döndürüp kutsamak için kulunu [Hz. İsa (as)'ı] ortaya çıkarıp önce size gönderdi. (Elçilerin İşleri, 3:26)

Allah bir Kuran ayetinde ise şöyle buyurur:
Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır. (Nisa Suresi, 172)

İncil ve Kuran ayetlerinde açıkça belirtildiği gibi Hz. İsa (as) Allah'ın bir kuludur. Ve yine Kuran ayetinde özellikle ifade edildiği gibi Hz. İsa (as), Allah'a kulluktan haz duyan, Allah'a teslim olmuş, Allah'a derin bir aşk ile bağlı olan güzeller güzeli bir peygamberdir. Onun Allah'a derin bir aşk ile yerine getirdiği kulluk görevi, bazı Hristiyanlar için kabul edilemezdir. Onun aşk ve derin haz içinde yerine getirdiği Allah'a kul olma görevini kendilerince yanlış değerlendirmekte ve reddetmektedirler.

Kuran ayetlerine ve aşağıda detaylı inceleyeceğimiz İncil pasajlarına rağmen Hz. İsa (as)'ın yalnızca bir kul olarak yaratıldığını kabul etmeyenlerin büyük bölümü muhtemelen cehaletten bu hataya düşmüşlerdir. Hz. İsa (as)'a olan sevgilerinden, eğer onun "kul" olduğunu kabul ederlerse, bununla değerinin düşeceğini, ona gerekli saygıyı göstermiş olmayacaklarını zannetmektedirler. Oysa Hz. İsa (as)'ın şevkle, sevgi ve mutlulukla, bir ibadet olarak yerine getirdiği kulluk görevi, Hz. İsa (as) için çok büyük bir nimettir ve elbette onun değerinden bir şey eksiltici değildir. Tam tersine böylesine bir sevgi ile Allah'a kulluk, değerli peygamberimiz Hz. İsa (as)'ı kat kat daha değerli kılmış, onun cennetteki makamını artırmış, onu kitlelerin sevgilisi haline getirmiştir. Allah'ı razı etmeye çalışan bir kul ve peygamber olmak, tüm yaşamı boyunca Allah'ı yücelten ve Allah'a katıksız olarak iman eden böylesine derin akıl sahibi bir insan olmak, Hz. İsa (as) için nimetlerin en büyüğüdür.

Hz. İsa (as)'ın Allah'a yalnızca bir kul olarak yaratıldığı başka ayetlerde de bildirilmiş bir gerçektir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı." (Meryem Suresi, 30)

Başka bir ayette ise Hz. İsa (a)'ın ölümlü olduğu, her insan gibi öldükten sonra ahirette yeniden diriltileceği bildirilmiştir:

"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 33)

Sevgili Peygamberimiz Hz. İsa (as), kendisi için Allah'ın belirlediği vakit geldiğinde yeniden yeryüzüne indirilecek ve Allah'ın emrettiği şekilde Hz. Mehdi (as) ile birlikte elçilik görevini tamamlayacaktır. (Bu konuya kitabın ilerleyen bölümlerinde değinilmektedir). Hz. İsa (as), bu dünyada görevini tamamlamasının ardından her ölümlü insan gibi vefat edecek, ruhu cennete alınacaktır. Tüm insanlarda olduğu gibi, onun da tüm kaderini; hayatı boyunca karşılaştığı her olayı yaratan Allah'tır. Gösterdiği tüm mucizeleri yaratan da Allah'tır. Hz. İsa (as) bunları kendisinden değil, Allah'ın kendisine olan rahmeti ile gerçekleştirmiştir. Hz. İsa (as), dünya hayatı süresince Allah'a olan güçlü imanını ifade etmiş ve insanları Allah'ın dosdoğru yoluna çağırmıştır. Hz. İsa (as)'ın insanları Allah'a iman etmeye ve O'na kulluk etmeye daveti, İncil'de de belirtilmiş açık bir gerçektir:

İsa ona şu karşılığı verdi: "'Allah'ın olan Rab'be tap, yalnız O'na kulluk et' diye yazılmıştır." (Luka, 4: 8, Matta, 4: 10)

Kuran'da ise Hz. İsa (as)'ın insanları Allah'a iman etmeye çağırdığı şöyle bildirilir:

Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur. (Meryem Suresi, 36)

Hristiyanlar Batıni Tefsirin Öneminini Görmelidirler

Tevrat'ta geçen "oğul" ifadelerini değerlendirirken bazı samimi Hristiyanların düştüğü en büyük hata, bu ifadeleri kelime anlamları ile kabul etmek, batıni tefsir yapamamaktır. İncil sözlerini, hatta Tevrat'ı değerlendirirken de aynı hata devam eder. Oysa batıni tefsir, Allah'ın sözünü anlamak için önemli bir sır ve derin düşünmeyi sağlayan önemli bir ihtiyaçtır.

Allah'ın sözleri açık, anlaşılır, özlü ve hikmetlidir. Fakat Yüce Rabbimiz, Kendi sözlerinde kimi zaman muhkem (anlamı ve ifade tarzı apaçık olan) kimi zaman da müteşabih (birden çok anlama gelen ifade biçimi, belli düzeyde tevil ve yorum gerektiren izah) anlamlar gizler. Müteşabih anlamları görebilmek için bu hikmetli sözlerdeki derin anlam ve sırları iman gözüyle değerlendirebilmek gerekmektedir. İşte batıni tefsir budur.
Yüce Rabbimiz bu derin anlamları bazı durumlarda teşbih ve benzetmelerle haber vermiştir. Örneğin bir Kuran ayetinde Allah, "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın..." (Al-i İmran Suresi, 103), diğer bir ayette ise, "Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler..." (Araf Suresi, 40) şeklinde belirtmektedir. Söz konusu ayetler bazı kişiler tarafından düz anlamları ile de alınıp yorumlanabilir. Fakat gerçekte, her iki ayette de yapılan benzetmeler çok hikmetli bir anlatım şeklidir ve insanların üzerinde düşündükçe derinleşebileceği anlamlar gizlenmiştir. Rabbimiz, "Allah'ın ipi" teşbihi ile, insanların Allah'a ve O'nun gösterdiği yola sımsıkı bağlanmalarını, bunda kararlılık göstermelerini öğütlemektedir. Yine Rabbimiz, "halat iğne deliğinden geçinceye kadar" benzetmesi ile de ayette belirtilen kişilerin -Allah'ın dilemesi dışında- cennete kesin olarak giremeyeceklerini etkili bir benzetme ile haber vermektedir. Bu, son derece güzel ve derin bir anlatımdır. Fakat bunu doğru anlamak için, burada batıni tefsir yapmak gerekmektedir.

Bu durum, Kuran için olduğu gibi, Tevrat ve İncil için de geçerlidir. Örneğin İncil'den bir pasajda, batıni yönüyle yorumlanması gereken, derin hikmetli bir anlatım şöyledir:

Onlara benzetmelerle konuşmamın nedeni budur. Çünkü, 'Gördükleri halde görmezler, duydukları halde duymaz ve anlamazlar.' "Böylece Yeşaya'nın peygamberlik sözü onlar için gerçekleşmiş oldu: 'Duyacak duyacak, ama hiç anlamayacaksınız, bakacak bakacak, ama hiç görmeyeceksiniz! Çünkü bu halkın yüreği duygusuzlaştı, kulakları ağırlaştı. Gözlerini kapadılar. Öyle ki, gözleri görmesin, kulakları duymasın, yürekleri anlamasın ve Bana dönmesinler. Dönselerdi, onları iyileştirirdim.' (Matta, 13:13-15)

Benzer örnekleri Tevrat'tan da vermek mümkündür:

Ey sağırlar, işitin, ey körler, bakın da görün!... Pek çok şey gördünüz, ama aldırmıyorsunuz, kulaklarınız açık, ama işitmiyorsunuz. (Yeşaya, 42:18, 20)

Rab bana şöyle seslendi: "İnsanoğlu, asi bir halkın arasında yaşıyorsun. Gözleri varken görmüyor, kulakları varken işitmiyorlar. Çünkü bu halk asidir." (Hezekiel, 12:1-3)

Kuran'da bu benzetme şöyle yer almaktadır:
Öyleyse sağır olanlara sen mi dinleteceksin veya kör olan ve açıkça bir sapıklık içinde bulunanı hidayete erdireceksin? (Zuhruf Suresi, 40)

Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler. (Bakara Suresi, 18)

Kuran, İncil ve Tevrat'taki bu ifadelerde bahsedilen elbette fiziksel bir körlük veya fiziksel bir sağırlık değildir. Burada manevi körlük, manevi sağırlık ve manevi dilsizlik vurgulanmaktadır. Bu sözlerde bahsedilen insanlar, Allah'ın varlığının bütün delilleri kendi gözlerinin önüne serildiği ve bu deliller sürekli karşılarında olduğu halde bunu göremeyen, Allah'ı takdir edemeyen insanlardır. Manevi körlük ve sağırlığa ulaşmış bu insanları Allah lanetlemektedir.

Eğer buradaki anlam klasik anlamda körlük veya sağırlık şeklinde alınırsa, elbette bu oldukça yanlış yorumları beraberinde getirecektir. Bu yanlış yorumlardan kaçınabilmek için, batıni tefsir yapabilmenin önemi büyüktür. Çünkü Allah, bu derin anlamlarla insanlara çok büyük ve önemli mesajlar vermekte, onları doğru yola ulaştıracak sırlar gizlemektedir.

İncil'deki "oğul" ifadesi, batıni tefsir yoluyla   değerlendirilmelidir

Şunu öncelikle belirtmek gerekir ki, batıni tefsir eksikliği, İslam'da da, Musevilik'te de, Hristiyanlık'ta da çeşitli şekillerde karşılaşılan bir durumdur. Dolayısıyla bunu, yalnızca bazı Hristiyanlara yönelik bir eksiklik olarak algılamamak gerekir. Ancak burada konu itibariyle bunun yalnızca Hristiyan kardeşlerimize yönelik kısmı anlatılmaktadır.

Batıni tefsir yapabilmek, bir kısım Hristiyan kardeşlerimizin içine düştüğü yanılgılar açısından büyük önem arz etmektedir. Çünkü yıllardır süregelmiş olan Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğuna dair batıl inanç (Allah'ı tenzih ederiz), batıni tefsir eksikliğinden kaynaklanan oldukça önemli ve tehlikeli bir yanlış yorumlamadır. İncil'de ve yukarıda anlattığımız şekilde Tevrat'ta yer alan "Allah'ın oğlu" ifadeleri, bu sözlerde geçen düz anlamları ile alınmış ve derin anlamları gereği gibi düşünülmeden olduğu şekilde tefsir edilmiştir.

Oysa burada geçen "oğul" ifadesi, daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah'a manen yakınlık, sevgi, seçilmişlik, dostluk ifadesidir. Allah'ın sevgili ve seçkin kulu için belirttiği oldukça derin bir anlatımdır.

Hristiyanlar, "Allah'ın oğlu" ifadesiyle haşa fiziksel bir anlamın kastedilmediğini, burada bir kulun Allah'a manevi yakınlığının vurgulandığını anlamalıdırlar. Batıni bakış açısı ile baktıklarında, bu hitap şekli ile çok farklı ve derin bir mesaj verilmiş olduğunu daha iyi fark edeceklerdir.

Hz. İsa (as)'ın Allah'ın Oğlu Olmadığına Dair İncil'den Deliller

Bazı Hristiyanlar Hz. İsa (as)'ın yalnızca bir kul olduğu gerçeğinin sadece Kuran ile haber verildiğini düşünüyor olabilirler. Oysa, Hristiyanların kendi kitapları İncil, Hz. İsa (as)'ın imtihan olan, dua eden, yemek yiyen, yorulduğunda uyuyan, Allah'a kulluk eden bir beşer olduğunu açıkça ve çeşitli şekillerde haber vermiştir. Üçleme yanlısı Hristiyanlar her ne kadar Müslümanların getirdiği üçleme karşıtı delillere karşı çıksalar da, Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olmadığını kendi kitapları yani İncil söylemektedir. Telkinlerden ve önyargılardan arınmış her akıl ve her vicdan; İncil sözlerinin açık, yorumsuz, saf anlamlarının bu şekilde olduğunu hemen anlayacaktır.

Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olmadığına, onun yalnızca Allah'a kul olan bir beşer olduğuna dair İncil'den deliller şu şekildedir:

Hz. İsa (as)'ın doğumu, soyu, yakınları

Bilinen tarihi bilgilere göre Hz. İsa (as), Hz. Davud (as) soyundandır. Hz. İsa (as) halk arasında tanınan bir kişidir. Halk onun kimin soyundan geldiğini, nerede doğup büyüdüğünü bilmektedir. Hz. İsa (as)'ın ailesi de halk tarafından yakından tanınmaktadır. Dolayısıyla o da, tüm diğer insanlar gibi soyu ve doğumu belli olan bir beşerdir:
Eski çağlardan beri kutsal peygamberlerin ağzından bildirdiği gibi, kulu Davut'un soyundan bizim için güçlü bir kurtarıcı çıkardı; düşmanlarımızdan, bizden nefret edenlerin hepsinin elinden kurtuluşumuzu sağladı. (Luka 1: 69-71)

İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soyuyla ilgili kayıt şöyledir... (Matta 1: 1-2)

Önden giden ve arkadan gelen kalabalıklar şöyle bağırıyorlardı: "Davut oğluna hozana! Rab'bin adıyla gelene övgüler olsun, en yücelerde hozana!" İsa Kudüs'e girdiği zaman bütün kent, "Bu kimdir?" diyerek çalkalandı. Kalabalıklar, "Bu, Celile'nin Nasıra kentinden İsa Peygamber" diyordu. (Matta 21: 9-11)

Meryem'in oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un kardeşi olan marangoz değil mi bu? Kızkardeşleri burada, aramızda yaşamıyor mu?.. (Markos 6: 3)

Hz. İsa (as)'ın beşeri özellikleri

Hz. İsa (as)'ın bir beşer olması, üçlemeyi temelinden sarsan önemli bir konudur. Her ne kadar üçlü birlik savunucuları Hz. İsa (as)'ın yeryüzünde maddi bir varlık, yani bir beşer olarak tecelli ettiği, bu şekilde insanlara ulaştığı gibi sathi bir mantık sunsalar da, bu durum Hz. İsa (as)'ın her insan gibi beşeri özellikleri olmasının üçleme inancını tamamen ortadan kaldırdığı gerçeğini gidermemektedir. Melekler de insan şeklinde tecelli edebilirler. Fakat üstün yaratılışlarının bir tezahürü olarak yemek yeme, yorulunca dinlenme gibi ihtiyaçlardan uzaktırlar. Durum böyleyken -haşa- bir tanrının bu insani ihtiyaçlarla yeryüzünde var olduğunu iddia etmek çok vahimdir (Allah'ı tenzih ederiz).

İncil'de Hz. İsa (as) ile ilgili verilen bilgilerden, bu kıymetli insanın "Allah'ın oğlu değil, Allah'ın mübarek bir elçisi olarak anlatıldığı" açıkça anlaşılmaktadır. Onun da her insan gibi bir hayat yaşadığı görülmektedir. O da diğer insanlar gibi doğmuş, bebeklik, çocukluk ve gençlik dönemlerinden geçmiştir. Yemek yeme ihtiyacı hissettiğinde yanındaki havarileriyle birlikte Allah'a şükrederek yemek yemiş, uzun bir günün ardından her insan gibi yorulmuş ve uyuma ihtiyacı hissetmiştir. Bunun yanı sıra Hz. İsa (as)'ın yıkanmak, temizlenmek gibi fiziksel ihtiyaçlarının var olduğu İncil'de zikredilmektedir. Bütün bu insani özellikler üçleme iddiasını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Hz. İsa (as), bir kul, bir peygamber olması ve her insan gibi imtihana tabi olması sebebiyle beşeri özellikler ve ihtiyaçlarla yaratılmıştır. İhtiyaçların ve eksikliklerin ortadan kalktığı yer elbette ki yalnızca cennettir.

Hz. İsa (as)'ın, iddia edilen ilahlık vasfını ortadan kaldıran, beşeri özellikleri ile ilgili İncil pasajlarından bazıları şu şekildedir:

İsa bilgice ve boyca gelişiyor, Allah ve insanlar önünde iyilik buluyordu. (Luka 2: 52)

Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. (Luka 24:30)

Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine, "Sizde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. İsa onu alıp gözlerinin önünde yedi. (Luka 24: 41-43)

Mayasız Ekmek bayramının ilk günü öğrenciler İsa'nın yanına gelerek, "Fısıh yemeğini yemen için nerede hazırlık yapmamızı istersin?" diye sordular. (Matta 26: 17)

Daha sonra İsa, Levi'nin evinde yemek yerken... (Markos 2: 15)

İsa bundan sonra eve gitti. Yine öyle büyük bir kalabalık toplandı ki, İsa'yla öğrencileri yemek bile yiyemediler. (Markos 3: 20)

Sofraya oturmuş yemek yerlerken İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim" dedi, "sizden biri, benimle yemek yiyen biri beni ele verecek." (Markos 14: 18)

Ferisilerden biri İsa'yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi'nin evine gidip sofraya oturdu. (Luka 7: 36)

... İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, "Bana su ver, içeyim" dedi. (Yuhanna 4: 6-7)

İsa, kayığın uç tarafında bir yastığa yaslanmış uyuyordu... (Markos 4: 38)

İsa onlara, "Gelin, tek başımıza tenha bir yere gidelim de biraz dinlenin" dedi. Gelen giden öyle çoktu ki, yemek yemeye bile vakit bulamıyorlardı. (Markos 6: 31)

...Yolculuktan yorulmuş olan İsa kuyunun yanına oturdu... (Yuhanna, 4: 4)

Hz. İsa (as)'ın da denemelerden geçmesi, imtihan olması, şeytanın onu da saptırmak için çabalaması

İncil'de Hz. İsa (as)'ın Allah tarafından denenmekte olan, imtihana tabi olan bir beşer olduğu açıkça ifade edilmektedir. Allah'ın imtihan ettiği, denemelerden geçirdiği bir beşerin Allah olması kuşkusuz ki imkansızdır (Allah'ı tenzih ederiz). Şeytanın saptırmak için uğraştığı bir insanın böyle bir vasfa sahip olması olanaksızdır. Allah, İncil'de Hz. İsa (as)'ın denenen, imtihana tabi olan ve Allah'a kulluk eden bir beşer olduğunu haber vermiştir:

[Hz. İsa (as):] "Denendiğim zamanlar benimle birlikte sabretmiş olanlar sizlersiniz." (Luka 22: 28)

Sonra İblis İsa'yı yükseklere çıkararak bir anda ona dünyanın bütün ülkelerini gösterdi. Ona, "Bütün bunların yönetimini ve zenginliğini sana vereceğim" dedi. "Bunlar bana teslim edildi, ben de dilediğim kişiye veririm. Bana taparsan, hepsi senin olacak." İsa ona şu karşılığı verdi: "'Tanrın Rab'be tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır." (Luka 4: 5-8)

İblis, İsa'yı her bakımdan denedikten sonra bir süre için onun yanından ayrıldı. (Luka 4: 13)

Hz. İsa (as)'ın babasız doğması üçleme iddiasına bir delil olamaz, Hz. Adem (as) hem annesiz hem de babasız doğmuştur

Üçleme yanlısı Hristiyanlar iddialarına delil olarak Hz. İsa (as)'ın babasız olarak mucizevi doğumunu öne sürerler. Oysa bu iddiayı kuvvetli bir delil sayarlarken Hz. Adem (as)'ın hem annesiz hem de babasız yaratılmış olduğunu düşünmezler. Hz. Adem (as) hiçbir sebep ve vesile olmaksızın Rabbimiz'in "Ol" emri ile cennette yaratılmıştır. Böyle bir yaratılma, daha da mucizevidir. Fakat buna rağmen hiçbir Hristiyan Hz. Adem (as)'a ilahlık atfetmemiştir. Dolayısıyla bazı Hristiyanların üçlemeye delil olarak öne sürdükleri bu mantık tümüyle geçersizdir. Asla ve asla Hz. İsa (as)'a yüklenmeye çalışılan ilahlık vasfını delillendirmemektedir.

Hz. Adem (as)'ın yaratılışı, İncil ve Tevrat'ta şu şekilde geçmektedir:

Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratıldı; (1. Timoteos 2: 13)

RAB Tanrı Adem'i topraktan Yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu. (Yaratılış 2: 7)

İncil'de geçen "Allah'ın oğlu" ifadelerinin hiçbiri fiziksel anlamıyla alınmamıştır, sadece Hz. İsa (as)'a gerçek oğul anlamı yüklenmiştir

İncil'de pek çok yerde "Allah'ın oğlu" veya "Allah'ın oğulları" ifadeleri kullanılmaktadır. Daha sonra detayıyla anlatacağımız gibi Allah'ın oğlu kelimeleri, bir sevgi ve muhabbet ifadesidir. Bir insanın kutlu, güvenilir, sadık ve Allah'ın sevgili kulu olduğunun bir izahıdır. Dolayısıyla hiçbir şekilde gerçek –fiziksel– oğul anlamını taşımamaktadır. Nitekim bu izah İncil'de çok fazla yerde ve çok fazla kişiye hitaben kullanılmış fakat hiçbirinde bu açıklama fiziksel anlamda kabul edilmemiştir. "Ne mutlu barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek." (Matta 5: 9) izahında olduğu gibi, barışı sağlayanlar Allah'ın sevgili ve değerli kulları haline gelecektir. Bunu hiçbir Hristiyan gerçek oğul manasında anlamaz, buna farklı bir anlam yüklemez.

Durum böyleyken İncil'de sadece Hz. İsa (as) için kullanılan "Allah'ın oğlu" ifadeleri fiziksel anlamında alınmıştır. Aynı izahlar geçmesine, farklı hiçbir kelime kullanılmamasına rağmen yalnızca Hz. İsa (as)'a gerçek oğul gibi bir sıfat atfedilmiştir. Bu durum, Allah'ın oğlu ifadesinin asıl manasından saptırıldığını ve kasıtlı olarak Hz. İsa (as)'a has özel bir anlam ile kullanıldığını göstermektedir. İncil'de Allah'ın oğlu veya oğulları izahının geçtiği bazı pasajlar şu şekildedir:

[Hz. İsa (as):] "Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük olacak, Yüceler Yücesi'nin oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi yüreklidir." (Luka 6: 35)

Her Şeye Gücü Yeten Rab diyor ki, "Size Baba olacağım, siz de oğullarım, kızlarım olacaksınız." (Korintlilere 2. Mektup 6: 18)

Burada ayrıca belirtmek gerekir ki, kutsal metinlerde Hz. İsa (as)'ın insanoğlu olarak nitelendirilmesi 80 defa geçmektedir. Üçleme yanlısı Hristiyanlar bu ifadeyi çeşitli şekillerde tevil etmeye çalışsalar da, insanoğlu ifadesi Hz. İsa (as)'ın ana dili olan Aramice'de barnaşa yani "insan" anlamına gelen özel bir deyimdir. Dolayısıyla insanoğlu deyimi bu dilde insan kelimesi ise eşanlamlıdır. (Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bir Hristiyan Dogması Teslis, Ankara Okulu Yayınları, Eylül 2007, s. 168)

İncil'de geçen "Baba" hitabı yine mecazi anlamdadır ve tüm insanlığa seslenilmektedir

İncil'de oğul kelimesinin yanı sıra "Baba" kelimesi de kullanılmaktadır. Buradaki Baba ifadesi, koruyuculuk, sevgi ve şefkat anlamlarına gelmekte, buradaki hitap ile Allah'ın ruhunu taşıyan, cennetle müjdelenen ve Allah'a manen yakın kişiler hedeflenmekte ve elbette kelimenin gerçek anlamı hiçbir şekilde kastedilmemektedir. Fakat teslisçiler, İncil'de anlamı bu kadar açık olan bir kelimeyi söz konusu İncil pasajlarında mecazi anlamı ile alırken, Hz. İsa (as)'a hitab olan pasajlarda Hz. İsa (as)'ın biyolojik babası olarak almaktadırlar. Bu, açık bir yanlış yönlendirme, anlamı net olan bu konuda açıkça bir saptırmacadır.

İncil'de "baba" hitabının kullanıldığı ve mecazi anlamı oldukça açık olan pasajlardan bazıları şu şekildedir:
Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir... Çünkü Babanız nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha O'ndan dilemeden önce bilir. (Matta 6:4, 8)

"Doğruluğunuzu insanların gözü önünde gösteriş amacıyla sergilemekten kaçının. Yoksa göklerdeki Babanız'dan ödül alamazsınız. (Matta 6: 1)

Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız'a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. (Matta 6: 6)

İncil'deki "Tanrı'nın çocukları" ifadesi de yine mecazi bir anlam taşımaktadır

İncil'de pek çok pasajda yer alan "Tanrı'nın çocukları" ifadesi ile iman edenler kastedilmekte ve manevi ve mecazi bir yakınlığa işaret edilmektedir. Bu insanların kutlu, Allah Katında değerli, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olduğu umulan kişiler oldukları vurgulanmaktadır. Burada hiçbir şekilde ilahlık vasfı söz konusu değildir. İncil'deki "baba", "oğul" ve "Tanrı'nın oğulları" ifadelerine önyargısız bakan herkes sözlerin mecazi anlam taşıdığını, Allah'ın yakınlığını, şefkatini, sevgisini ve koruyuculuğunu göstermek için özellikle bu ifadelerin kullanılmış olduğunu rahatlıkla anlayabilir. İncil'de sıkça kullanılan bu sözlerin, Hz. İsa (as) söz konusu olduğunda neden farklı yorumlandığı ise anlaşılamamaktadır. Anlam elbette değişmemekte, aynı mecazi anlam kullanılmakta, fakat teslisçiler kasıtlı olarak bu şekilde yorumlamaktadırlar.

İncil'de "Tanrı'nın çocukları ifadelerinin geçtiği çeşitli pasajlar şu şekildedir:

Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı'nın çocukları olma hakkını verdi. (Yuhanna, 1:12)

Sevgili kardeşlerim, daha şimdiden Tanrı'nın çocuklarıyız, ama ne olacağımız henüz bize gösterilmedi. Ancak, Mesih göründüğü zaman ona benzer olacağımızı biliyoruz. Çünkü onu olduğu gibi göreceğiz. (Yuhanna'nın 1. Mektubu, 3:2)

Tanrı'yı sevip buyruklarını yerine getirmekle, Tanrı'nın çocuklarını sevdiğimizi anlarız. (Yuhanna, 5:2)

Baba ifadesinin mecazi anlam içermesine bir örnek Hz. İbrahim (as) için kullanılmasıdır

İncil'de Hz. İbrahim (as), iman edenlerin "babası" olarak tanıtılmaktadır. Açıktır ki, burada da baba kelimesi mecazi bir anlamda kullanılmış, bu ifade ile Hz. İbrahim (as)'ın liderliğine, koruyuculuğuna, kendisini izleyenlere yol gösterdiğine vurgu yapılmıştır.

Bu nedenle vaat, Tanrı'nın lütfuna dayanmak ve İbrahim'in bütün soyu için güvence altına alınmak üzere imana bağlı kılınmıştır. İbrahim'in soyu yalnız Kutsal Yasa'ya bağlı olanlar değil, aynı zamanda İbrahim'in imanına sahip olanlardır. "Seni birçok ulusun babası yaptım" diye yazılmış olduğu gibi İbrahim, iman ettiği Tanrı'nın -ölülere yaşam veren, var olmayanı buyruğuyla var eden Tanrı'nın- gözünde hepimizin babasıdır. (Romalılar, 4:16)

"Bizim babamız İbrahim'dir" diye karşılık verdiler. İsa, "İbrahim'in çocukları olsaydınız, İbrahim'in yaptıklarını yapardınız" dedi. (Yuhanna, 8:39)

İncil'de "Yaratan yerine yaratılana, ölümsüz Allah yerine ölümlü insana kulluk etmek" kınanmıştır
İncil'de bu konuda geçen pasajlar çok önemlidir. Dönemin insanlarının, Yaratan yerine yaratılana yani ölümlü bir insana taptıklarını, onu ilah edindiklerini izah eder. İşte bu, teslisçi Hristiyanların şu an içinde bulundukları durumdur. Onlar da bir beşeri ilah edinerek, yaratılan bir kulu kendilerince yaratıcı ilan etmişlerdir. Allah onları İncil'de uyarmıştır:

Tanrı'yı bildikleri halde O'nu Tanrı olarak yüceltmediler, O'na şükretmediler. Tersine, düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü. Akıllı olduklarını ileri sürerken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı'nın yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara, sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler. Bu yüzden Tanrı, birbirlerinin bedenlerini aşağılasınlar diye, onları yüreklerinin tutkuları içinde ahlaksızlığa teslim etti. Tanrı'yla ilgili gerçeğin yerine yalanı koydular. Yaradan'ın yerine yaratığa tapıp kulluk ettiler. Oysa Tanrı sonsuza dek övülmeye layıktır! Amin. (Romalılar, 1:21-25)

Hz. İsa (as)'ın "Allah Birdir" demesi

Allah Birdir. Hz. İsa (as), İncil'de bunu açıkça söylemektedir. İncil'de Allah'ın Bir ve Tek olduğu, yalnızca O'na kulluk edilmesi ve O'na şirk koşmadan iman edilmesi gerektiği pek çok pasajda çok açık şekilde belirtilmiştir. (İncil'de Allah'ın Birliği ile ilgili pasajların tamamını ilerleyen sayfalarda bulabilirsiniz.) Bu sözlerde, ne üçlü birlikten, ne de üç ayrı tanrının tek bir tanrı anlamına geldiğinden, ne de özde tek fakat varlıkta üç gibi mantık dışı izahlardan bahsedilmemektedir. Yalnızca "Allah Bir" denilmektedir. İncil ayetlerinde kesin olan gerçek, O'ndan başka İlah olmadığıdır. Bunu görmek öylesine kolaydır ki bu kadar fazla Hristiyanın İncil pasajlarındaki açık ifadelerine rağmen karmaşa içindeki bir üçleme inancını geliştirmeleri gerçekten şaşılacak bir şeydir.

Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa'nın onlara güzel yanıt verdiğini gören bir din bilgini yaklaşıp ona, "Buyrukların en önemlisi hangisidir?" diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi: "[Allah'ın buyruklarının] en önemlisi şudur: 'Dinle, ey İsrail! Allah'ımız Rab tek Rab'dir… Din bilgini İsa'ya, "İyi söyledin, öğretmenim" dedi. "'Allah tektir ve O'ndan başkası yoktur' demekle doğruyu söyledin." (Markos, 12:28-32)

Kurtarıcımız Tek Allah'a yücelik olsun... (Yahuda'nın Mektubu, 1: 24)

Sen Allah'ın Bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun. Cinler bile buna inanıyor ve [Allah korkusuyla] titriyorlar! (Yakup'un Mektubu, 2: 19)

Hz. İsa (as)'ın Allah'tan korkmayı emretmesi

İncil'e göre Hz. İsa (as) kendisinden değil, yalnızca Allah'tan korkulmasını öğütlemektedir. Bazı Hristiyanlar konunun üçlü birlik olduğunu dolayısıyla Hz. İsa (as)'ın bu emir ile kendisini de kastediyor olduğunu iddia edebilirler. Elbette ki bu karmaşa, ancak üçleme savunucularının ortaya koyacağı ve insanları yanıltmak için kullanabilecekleri bir mantıktır. Vicdanı güçlü hiç kimse bu saptırmacaya kanmamalıdır. Ayetin anlamı kesin ve açıktır. Hz. İsa (as) hiç kimseyi kendisine tapmaya çağırmamakta, hatta aksine yalnızca Tek İlah olan Allah'a yönlendirmektedir.

[Hz. İsa (as):] "Bedeni öldüren, ama canı öldüremeyenlerden korkmayın. Canı da bedeni de Cehennemde mahvedebilen Allah'tan korkun." (Matta, 10:28)

Hz. İsa (as)'ın Allah'ı sevmeyi emretmesi

Yine İncil'de Hz. İsa (as), insanları sürekli olarak Tek Allah'a yöneltmekte ve O'na sevgi duymalarını istemektedir.

İsa şöyle karşılık verdi: "En önemlisi şudur: 'Dinle, ey İsrail! Allah'ımız Rab tek Rab'dir. Allah'ın Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin.'" (Markos, 12:29-30)

Hz. İsa (as)'ın Allah'a yalvarmayı emretmesi

Üçleme yanlılarına göre, dua edilmesi gereken kişi Hz. İsa (as)'dır. Ve şu anda üçleme savunucusu Hristiyanlar uygulama olarak da Hz. İsa (as)'a dua etmektedirler. Oysa İncil'de, Hz. İsa (as)'ın kendi ağzından duanın Allah'a yapılması gerektiği söylenmektedir. Hükümde hiçbir karmaşa yoktur, Hz. İsa (as), hiçbir yerde Allah'a yakarmak için insanların kendisine yönelmeleri gerektiğini söylememektedir. Doğrudan Allah'a yalvarmalarını öğütlemektedir. Dua etmek için aracılar olduğu, Hz. İsa (as) olmaksızın duanın Allah'a ulaşmayacağı gibi karmaşık ve derme çatma fikirler ancak teslisçilerin uydurmasıdır. Kalp ve mantık gözü ile bakan bir insan için İncil pasajları son derece açıktır.

O zaman İsa öğrencilerine, "Ürün bol, ama işçi az" dedi, "Bu nedenle ürünün sahibi Rab'be yalvarın, ürününü kaldıracak işçiler göndersin." (Matta, 9:37-38)

Hz. İsa (as)'ın yalnızca Allah'a kulluk edilmesini söylemesi

Hz. İsa (as) İncil'de insanları, kendisine değil Allah'a kulluk etmeye çağırmaktadır. Hz. İsa (as)'ın bu izahlarında aslında kendisini kastettiği gibi zorlama bir anlam arayanlar, yine üçlemeyi İncil'e dahil etmeye çalışanlardır. Ayet açıktır; Hz. İsa (as), tıpkı Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as) ve Hz. Muhammed (sav) gibi Allah'ın sevgili peygamberi olarak kendisine gönderilen tebilğ görevini yapmakta ve insanları Allah'a kulluk etmeye çağırmaktadır.

İsa ona şu karşılığı verdi: "'Allah'ın olan Rab'be tap, yalnız O'na kulluk et' diye yazılmıştır." (Luka, 4:8, Matta, 4:10)

Hz. İsa (as)'ın Allah'a iman edilmesini emretmesi

Hz. İsa (as) İncil'de, yine kendisine indirilen peygamberlik görevini yapmakta ve insanları Allah'a imana davet etmektedir.

İsa onlara şöyle karşılık verdi: "Tanrı'ya iman edin." (Markos, 11:22)

Hz. İsa (as)'ın, herşeyin Allah rızası için  yapılmasını öğütlemesi

Hz. İsa (as), İncil'de insanları kendi rızasına değil Tek olan Allah'ın rızasına yöneltmektedir. Demek ki rızası aranacak olan Hz. İsa (as)'ın kendisi değil Yüce Allah'tır.

Sonuç olarak, ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, herşeyi Allah'ın yüceliği için yapın. (Pavlus'tan Korintlilere 1. Mektup, 10:31)

Günü kutlayan, Rab için kutlar. Herşeyi yiyen, Allah'a şükrederek bunu Rab için yer. Bazı şeyleri yemeyen de Rab için yemez ve Allah'a şükreder. Hiçbirimiz kendimiz için yaşamayız, hiçbirimiz de kendimiz için ölmeyiz. Yaşarsak, Rab için yaşarız; ölürsek, Rab için ölürüz. (Pavlus'tan Romalılara Mektup, 14:6-8)

Rab'den miras ödülünü alacağınızı bilerek, her ne yaparsanız, insanlar için değil, Rab için candan yapın... (Pavlus'tan Koloselilere Mektup, 3:23-24)

Hz. İsa (as)'ın insanları, Allah'ı övmeye ve yüceltmeye teşvik etmesi

Hz. İsa (as), etrafındaki insanları her zaman, tek övülecek ve yüceltilecek olan Yüce Rabbimiz Allah'a yönlendirmiş ve O'nu yüceltip övmeye teşvik etmiştir. İncil pasajlarında Hz. İsa (as) kendisini kastetmemektedir. Böyle bir yorum pasajların içinde hiçbir yerde yoktur. Hz. İsa (as), sahip olduğu ilmin kendisinden değil Allah'tan olduğunu söylemekte ve doğrudan Yüce Rabbimiz Allah'a insanları yönlendirmektedir.

Yahudiler şaşırdılar. "Bu adam hiç öğrenim görmediği halde, nasıl bu kadar bilgili olabilir?" dediler. İsa onlara, "Benim öğretim benim değil, beni Gönderenindir" diye karşılık verdi. "Eğer bir kimse Allah'ın isteğini yerine getirmek istiyorsa, bu öğretinin Allah'tan mı olduğunu, yoksa kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir. Kendiliğinden konuşan kendini yüceltmek ister, ama kendisini Göndereni yüceltmek isteyen doğrudur ve O'nda haksızlık yoktur." (Yuhanna, 7:15-18)

İsa yola çıkarken, biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp ona, "İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?" diye sordu. İsa ona, "... iyi olan tek biri var, O da Allah'tır." (Markos, 10:17-18)

Hz. İsa (as)'ın, Allah'a itaat ettiğini açıklaması

Hz. İsa (as) İncil'de Allah'ın bir kulu olduğunu, bir peygamber olarak gönderildiğini ve peygamberlik vasfının gereği olarak da Allah'ın kendisine emrettiklerini uygulamakla sorumlu olduğunu belirtmektedir. Kendinden bir şey yapmadığını ve Kendisini gönderen Yüce Allah'ın buyruklarını yerine getirdiğini söylemektedir.
Sonsuz güç sahibi bir İlah ancak Kuran'ın "...O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117) ayetinde bildirildiği gibi, yarattıklarına hükmeder. Hz. İsa(as) da bu gerçeği bilen ve Allah'a itaat eden bir kuldur.

Dikkat edilirse hemen her sözünde Hz. İsa (as), kendisini yaratan Allah'ın büyüklüğünü övmekte ve O'nun emirlerini yerine getirdiğini belirtmektedir. Dolayısıyla Hz. İsa (as)'ın bu konudaki İncil'de yer alan sözlerinde de üçlemeyi destekleyecek hiçbir izah yoktur.

[Hz. İsa (as):] "... kendi isteğimi değil, beni Gönderenin [Allah'ın] isteğini yerine getirmek için geldim." (Yuhanna, 6:38)

[Hz. İsa (as):] "Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam. İşittiğim gibi yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi istediğimi değil, beni Gönderenin [Allah'ın] istediğini yapmaktır." (Yuhanna, 5:30)

Hz. İsa (as)'ın, mucizeleri Allah'ın izniyle gerçekleştirdiğini söylemesi

Tek Hakim elbette Allah'tır. Ve her şeyin Hakimi Allah kuşkusuz bir peygamber olarak gönderdiği Hz. İsa (as)'ın da Hakimidir. Hz. İsa (as), yaptığı herşeyi Rabbimiz'in izni ile yaptığını elbette bilmektedir. Nitekim İncil sözlerinin çok büyük bir bölümünde Hz. İsa (as)'ın bunu bilerek konuştuğu, Allah'ı yücelttiği ve insanları Allah'a yönelttiği açıkça görülmektedir.

... İsa, Rab'bin gücü sayesinde hastaları iyileştiriyordu. (Luka, 5:17)

İsa, Allah'ın herşeyi kendi ellerine verdiğini ve Allah'tan gelmiş olup yine Allah'a gittiğini biliyordu. (Yuhanna, 13:3)

Bir kısım Hristiyanlar, İncil'de geçen bu izahları da şu şekilde tevil edebilirler: "Hz. İsa (as) hem insan hem de tanrı vasfı gösteriyordu. Dolayısıyla insan vasıfları göstermesi normaldir". Böyle bir tevil, üçleme inancının temelindeki derin mantık çöküntüsünü anlatmaktadır. İnsan özellikleri gösteren, dünya hayatının gereği olarak acizliklerle yaratılmış bir varlık, nasıl ilah olabilir? Böylesine bir iddia, Allah'ı sevdiğini iddia eden insanlar tarafından nasıl kabul edilebilir?

Allah yücedir, dünyadaki eksiklikleri bir imtihan olarak yaratandır, fakat Kendisi tüm eksikliklerden münezzehtir. Daha önce defalarca üzerinde durduğumuz ve kitabın ilerleyen sayfalarında da duracağımız gibi sorun, Allah'ın yüceliğini gereği gibi anlamama, Allah'ı takdir edememe sorunudur.
Burada, İncil'e dayanarak verilen tüm açıklamalar, Hz. İsa (as)'ın Allah'a sadık ve itaatli bir kul ve beşer olduğunu açıkça göstermektedir. İncil'de kesin olarak bildirilen bu ifadeler, zaman içinde üçleme mantıksızlığının süzgecinden geçirilmiş, İncil sözleri karmakarışık yorumlarla üçleme inancına uygun hale getirilmeye çalışılmıştır. Oysa bu aldatıcı telkini almamış bir kişi, İncil'e baktığında, Hz. İsa (as)'ın insan ve kul olarak vasfını kolaylıkla anlayabilir. Böyle bir kişi, üçleme iddiasının ne kadar zorlama bir izah olduğunu da rahatça görebilir. Hatta böylesine açık izahlardan üçleme gibi bir mantığın çıkmasına da oldukça şaşıracaktır. Demek ki açık bir zihin ve önyargısız bir bakış açısı ile bakıldığında, her Hristiyan İncil'de hiçbir şekilde üçleme inancına dair hiçbir şey olmadığını, dahası yukarıdaki İncil sözlerinden de anlaşılabileceği gibi, aksine bu inancı ortadan kaldıracak ifadelerin yer aldığını görecektir.

Hz. İsa (as)'ın Bir Beşer Olduğuna Dair Kuran'dan Deliller

Allah, Kuran'da Hz. İsa (as)'ın ve annesi Hz. Meryem (as)'ın insani vasıflar gösteren birer elçi olduklarını belirtmektedir. Ayette geçen "yemek yerlerdi" ifadesi, bu önemli gerçeği vurgulamak için özel olarak kullanılmaktadır:

Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar? (Maide Suresi, 75)

Yüce Allah, Hz. İsa (as)'ın doğduğunu, çocukluk dönemi geçirdiğini ve Allah'ın izniyle mucizeler gerçekleştirdiğini de belirtmektedir:

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimizle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları'na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları'nı senden geri püskürtmüştüm." (Maide Suresi, 110)

Yüce Allah bir başka ayetinde üçleme yanlılarına, tüm diğer insanlar gibi Hz. İsa (as)'ın da Allah'ın dilemesi olmaksızın hiçbir şeye malik olamayacağını hatırlatmaktadır.

Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryemoğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)

Hz. İsa (as), elbette ki Allah'ın çok sevdiği, onurlandırdığı, seçkin kıldığı bir insandır; O'nun peygamberidir. Ama sonuçta bir kuldur. Kuran'da Hz. İsa (as)'ı ilahlaştıranlara karşılık Hz. İsa (as) İsrailoğullarını Tek Allah'a ibadet etmeye çağırmaktadır:

Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryemoğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih'in dediği (şudur:) "Ey İsrailoğulları, BENİM DE RABBİM, SİZİN DE RABBİNİZ OLAN ALLAH'A İBADET EDİN. Çünkü O, Kendisi'ne ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur." Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre düşmüştür. Oysa Tek bir İlah'tan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir azab dokunacaktır. Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 72-74)

Kuran'da bir ayette, Hz. İsa (as) İsrailoğullarına, şu tebliği yapmıştır:

"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah, BENİM DE RABBİM, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 50-51)
Hz. İsa (as) Yüce Allah'ın, hem kendi hem de bütün yaratılanların Rabbi olduğunu açıklayarak tebliğde bulunmaktadır. Hz. İsa (as)'ın bu tebliğine icabet eden az sayıda havari, Hz. İsa (as)'dan "elçi" olarak bahsetmektedirler:

... Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahit ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahitlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 52-53)

Yüce Allah, yeryüzüne uyarıcılar olarak "elçiler" gönderdiğini ve bu elçilerin "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" demelerinin imkansız olduğunu bir ayetinde açıkça ifade etmiştir:
Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitab'ı, hükmü ve peygamberliği verdikten, sonra insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, "Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitab'a göre Rabbaniler olunuz" (deme görevindedir.) (Al-i İmran Suresi, 79)

Yukarıdaki ayetler gibi pek çok ayette delilleri verildiği gibi, Hz. İsa (as); Allah'ın yarattığı kutlu ve mübarek bir elçi, Allah'ın sevgili dostu ve peygamberi ve Allah'a kul olan bir beşerdir. Fakat hiçbir şekilde Allah'ın oğlu değildir; asla ilahlık iddia etmemiş, bundan Allah'a sığınmıştır. Tebliğinde daima Allah'a bir kul olduğunu hatırlatmış ve insanları Allah'a iman etmeye çağırmıştır.

Rabbimiz, Kuran ve İncil'deki açık delillere rağmen "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenleri "küfre düşmüşler" olarak tanımlamaktadır. Üçleme yanılgısı Kuran'da şiddetle karşı çıkılan, Yüce Rabbimiz'in pek çok ayet ile uyarıda bulunduğu çok derin ve büyük bir tehlikedir. Şu anda pek çok Hristiyan kardeşimiz büyük ihtimalle bu büyük tehlikenin farkında olmadan, yalnızca kendilerine öğretilenlere uyarak yaşamını sürdürmektedir. Söz konusu Hristiyanlar, bu büyük tehlikenin mutlaka farkına varmalıdırlar.
Kuran son kitaptır, İncil'i doğrulayıcı olarak gönderilmiştir ve dolayısıyla Hristiyan kardeşlerimiz de Kuran'da bildirilen gerçekleri dikkate almakla yükümlüdürler. Kuran'ın yol göstericiliğine açık olmalıdırlar. Bu, onlar için büyük bir şifa ve rahmet olacaktır.

Teslisin Tevrat kaynaklı olduğunu iddia eden Hristiyanlar yanılıyorlar

Tevrat'ta çeşitli yerlerde, Allah'ın oğlu ifadesi ve bazı yerlerde de Allah'ın Kendi Zatı için kullandığı "Biz" ifadesi yer almaktadır. Hristiyanların bir bölümü söz konusu ifadeleri teslis inancının kaynağı olarak kabul ederler. Oysa bu konuda ciddi bir hataya düşmektedirler.

1. İbranice dilinde Allah'ın isimlerinden birisi "Elohim"dir. İbranicede genellikle son kısımdaki 'im' eki çoğul ifade etmek için kullanılabilir ('bayit' ev, 'batim' evler demek olduğu gibi). Elohim ismindeki "im" eki nedeniyle bir kısım Hristiyanlar burada Allah'ın isminin çoğul olarak geçtiğini düşünmüşler ve Tevrat'a göre İsrailoğulları'nın üçleme inancına sahip olduklarını iddia etmişlerdir. Fakat İbranice'de tek bir nesne ya da kavram ifade eden, fakat sonu 'im' ile biten birçok kelime bulunmaktadır: "Panim" yüz, "Shamayim" gökyüzü ya da gökler, "Rahamim" merhamet ya da acıma, "Mayim" su, "Pnim" iç demektir ve birçok buna benzer kelime vardır. Bu nedenle Tevrat'ta buna dayanarak üçleme olduğunu iddia etmek tamamen cehalete dayanır.
Zaten İbranice'de nesnenin çoğul ve tekil olması durumuna göre fiil farklılaşmaktadır. Dolayısıyla fiile bakarak, cümlenin tekil şahsa mı yoksa çoğula mı işaret ettiği rahatça anlaşılır. Eğer Elohim kelimesi, bir kısım Hristiyanların iddia ettiği gibi çoğul anlamına geliyor olsaydı o zaman İbranice olarak "Vayomru Elohim" (ilahlar dedi ki) şeklinde olması gerekirdi. Fakat tüm Tevrat pasajlarında bu ifade "Vayomer Elohim" (Allah dedi ki) şeklinde geçmektedir.

2. Aynı durum, İbrani İncili'nde, Allah'ın bir başka ismi için de geçerlidir. "Adonai" kelimesini bazı Hristiyanlar yanlış telaffuz ederler. Bu aslında 'Benim Efendilerim' anlamına gelir. Fakat bu İbranice'deki doğru telaffuzu değildir. İbranice'de bu kelime, "Adonoy" şeklinde okunur ve bu ifade kesinlikle çoğul anlam ifade etmez.

3. Hristiyanlar Tevrat'ın Yaratılış bölümünde geçen şu sözleri, üçün birliği iddiasına delil getirmeye çalışırlar:
Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. (Yaratılış, 1: 26-27)
Tevrat bölümlerinden, Yaratılış 1: 26. sözde yer alan, Allah'ın Kendi Zatı için buyurduğu "insanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" ifadesinin çoğul olmasını ve sonraki pasajda Allah'ın Kendi Zatından bu defa tekil olarak bahsetmesini, Hristiyanlar, üçlü birlik için önemli bir delil olarak sunmaya çalışırlar. Oysa bu olağanüstü derecede zorlama bir izahtır. Üçleme telkinlerinin etkisinde kalmamışherhangi bir insan hatta bir çocuk bile, buradaki çoğul ifadelerin Allah'ın kudretini ve büyüklüğünü vurgulamak için kullanılan özel bir anlatım ve hitab şekli olduğunu hemen anlayacaktır. Rabbimiz'in Kendi Zatı için kullandığı "Biz" ifadesi, üçleme veya üçlü birlik mantığını şiddetle lanetleyen Kuran'da da pek çok ayette geçmektedir:
Sizin aranızda ölümü takdir eden Biz'iz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir. (Vakıa Suresi, 60)

4. Hristiyanlar, Tevrat'ta yer alan aşağıdaki pasajı da kendilerine göre yorumlarlar:
"Yaklaşın bana, dinleyin söyleyeceklerimi: Başlangıçtan beri açıkça konuştum, O zamandan bu yana oradayım." Egemen RAB şimdi beni ve Ruhu'nu gönderiyor. (Yeşeya, 48:16)
Söz konusu Tevrat pasajı, Hristiyanlar tarafından parantez içi zorlama açıklamalarla üçlemeye delil olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Bununla Hristiyanlar, üçlemedeki üç unsurun söz konusu pasajda geçtiğini iddia ederler. Oysa burada, Allah'ın oğlu ifadesi hiçbir şekilde geçmediği gibi, Kutsal Ruh olarak yorumlanan kısım ise, Allah'ın insana üfürmüş olduğu Kendi ruhudur. Allah insanı Kendi ruhundan yaratmış olduğunu Kuran'da da bildirir:

Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
Allah'ın ruhundan üflemesi, her insanın Allah'ın ruhunu taşıdığını ve hiçbir şeyin Allah'tan ayrı olmadığını gösterir. Bunun Hristiyanlar tarafından nasıl Kutsal Ruh olarak yorumlanmış olduğu ve burada Allah'ın oğlu çıkarımının nasıl yapılmış olduğu anlaşılabilmiş değildir.

5. Zebur'da (Tevrat'ın Mezmurlar bölümü) aşağıda belirtilen pasaj, bir kısım Hristiyanlar tarafından yanlış yorumlanmaktadır:

RAB'bin bildirisini ilan edeceğim: Bana, "Sen benim oğlumsun" dedi, "Bugün Ben sana baba oldum. Dile benden, miras olarak sana ulusları, mülk olarak yeryüzünün dört bucağını vereyim. ..." (Mezmurlar 2:7-8)
Tevrat'ın başka pasajlarında da belirtildiği gibi burada "oğul" olarak belirtilen kavram İsrail'dir. Allah'ın dindar İsrail halkına karşı koruyuculuğu bir teşbihle anlatılmaktadır. Bir babanın oğullarına karşı davranışları ve koruyuculuğu örnek verilmekte ve buradaki izah Allah'ın sevgili kulları anlamına gelmektedir.

6. Yine Tevrat'ta Daniel 7:13-14 bölümlerinde geçen "insanoğlu" nitelendirilmesi, İncil'deki yanlış nitelendirmeye uydurulmaya çalışılmış ve Hz. İsa (as) için iddia edilmiş olan tanrı vasfına işaret ettiği iddia edilmiştir. Oysa bu tamamen yanlış bir yorumlamadır:

"Gece görümlerimde insanoğluna benzer birinin göğün bulutlarıyla geldiğini gördüm. Eskiden beri var Olan'ın yanına doğru ilerledi, O'nun önüne getirildi. Ona egemenlik, yücelik ve krallık verildi. Bütün halklar, uluslar ve her dilden insan ona tapındı. Egemenliği hiç bitmeyecek sonsuz bir egemenlik, krallığı hiç yıkılmayacak bir krallıktır." (Daniel, 7:13-14)

Burada kastedilen ölümlü bir insandır ve Tevrat alimlerinin ittifakla kabul ettikleri şekilde bahsedilen hakim Kral, ahir zamanda gelecek olan Kral Mesih yani Mehdi'dir. Kral Mesih, tüm uluslara hakim olacak, tüm haklar ve uluslar ondan razı olacaktır.

Şunun belirtilmesi gerekir ki Museviler, ne Hz. Musa (as) döneminde ne de sonrasında hiçbir zaman söz konusu Tevrat pasajlarını üçleme mantığında değerlendirmemişlerdir. Tevrat ilk indirildiği tarihlerde de bu kavramlar hiçbir zaman üçleme manasında anlaşılmamıştır. Museviler, Tevrat'da geçen bu yöndeki ifadelerin gerçek ve derin anlamını çok iyi bilirler, bunu üçleme manasında kullanmaktan Allah'a sığınırlar. Buradaki ifadeyi batıni olarak yorumlar ve Allah'ın kuluna olan sevgisini, koruyuculuğunu, yakınlığını vurguladığını anlayabilirler. Nitekim Museviler, bazı Hristiyanların düz tefsir ile Tevrat'tan pasajlara vermeye çalıştıkları yanlış anlamlara da karşı çıkmaktadırlar.

Söz konusu pasajları üçleme mantığında değerlendirmeye çalışan bazı Hristiyanlar, Tevrat'a da tabi olduklarından bu iddialarına Tevrat'tan da hüküm çıkarmaya çalışmaktadırlar. Oysa tüm Tevrat ve Zebur pasajlarında belirtilen, tek iman itikadi olan tevhid inancıdır. Nitekim İncil de, Tevrat'ı doğrulayıcı olarak bu tevhid inancını yüceltmektedir. Hristiyan kardeşlerimizin İncil'deki bu gerçeği mutlaka görmeleri gerekmektedir.

Allah'ın Zatının İnsanda Zuhur Ettiği Fikrini Hristiyanların da İstememeleri Gerekir

Salih Hristiyanların bu konuda samimi davranmaları ve bir insana ilahlık atfetmenin Allah'ın adetullahıyla, Hz. İsa (as)'ın getirdiği Hristiyanlık diniyle, İncil ve Tevrat'ın hükümleri ile çeliştiğini; aynı zamanda akla ve mantığa aykırı olduğunu da anlamaları gerekmektedir. Gerçek ve hak İncil'e asırlar sonra eklenen böyle bir inancın ciddi bir tehlike olabileceğine ihtimal vermeleri ve bunun üzerinde derin düşünmeleri gerekmektedir. Allah'ın üstün vasıflarını bir insana yüklemeye çalışmanın ve acizliklerle yaratılmış olan bir insanı ilah olarak görmenin ve göstermenin nasıl bir anlamı ve faydası olabilir? Yüce Allah'ın buna kuşkusuz ki ihtiyacı yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz.) Böyle bir yakıştırma, -çok defa hatırlattığımız gibi- ALLAH'IN KUDRETİNİ VE BÜYÜKLÜĞÜNÜ GEREĞİ GİBİ TAKDİR EDEMEMEK ANLAMINA GELİR.

Bütün bunların ötesinde Yüce Allah'ın yeryüzünde insan olarak Zatı ile zuhur etmesi gibi bir fikri, zaten Hristiyanların da istememesi gerekir. Bunu, Yüce Allah'ın şanına yakıştırmamaları gerekir. Allah'ın büyüklüğü, yüceliği, ululuğu, kudreti ve sonsuz gücü Hristiyanlar için bir nimettir. Sonsuz güç sahibi bir Allah'a inanmak mı daha güzeldir; yoksa uyuyan, yemek yiyen, ihtiyaç içinde olan bir insanı ilah edinmek mi? Elbette bunun cevabını tüm Hristiyanlar hemen göreceklerdir.

Allah'ın Kendi üstün Zatını insanlara tanıtmak için ölümlü ve ihtiyaç içinde olan bir varlıkta zuhur etmeye ihtiyacı yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz) Hristiyan kardeşlerimizin İncil'e de Tevrat'a da akılcı bakmaları ve bütün bunları Allah'ın şanına uygun şekilde değerlendirmeleri gerekmektedir.

Hz. İsa (as)'ın insani vasıflara sahip olması, onun bir peygamber olarak elbette ki değerini düşürecek bir durum değildir. Hz. İsa (as), Yüce Rabbimiz'in değerli ve çok mübarek bir peygamberidir. Allah'ın Katında tüm diğer peygamberler gibi en yüksek ve en kutlu konumdadır. Allah'ın sevgili dostu, yüce elçisidir. Dolayısıyla onun bir insan olarak yaratılması, onun değerine, önemine ve peygamber olarak yüceliğine elbette ki bir zarar getirmeyecektir.

Önemli olan şey, Allah'a -bir ve tek olan Yaratıcımıza- iman etmektir. Allah insanlardan Kendisi'ne şirk koşmadan iman ve kulluk etmelerini ister. İnsanların kulluk edebilmeleri için Allah'ın yeryüzünde bir insan olarak zuhur etmesine ihtiyaç yoktur. Hristiyan kardeşlerimizin, eğer gerçekten samimi bir bakış açısı ile bu konuya yaklaşmak istiyorlarsa, şu soruyu kendilerine yöneltmeleri gerekmektedir:
Allah'ın, Hz. İsa (as)'da Zatı olarak tecelli etmemesi Yüce Allah'ın vasıflarından neyi kaybettirir? (Allah'ı tenzih ederiz)

İnsanda Allah'ın Zatı olarak tecelli etmemesi, Allah'ın vasıflarını, üstünlüğünü, güzelliğini eksilten bir şey değildir. Bilakis bu, Allah'ın güzelliğine güzellik katar, O'nun üstün vasıflarının daha iyi ve gereği gibi anlaşılmasını sağlar. Ölümlü, uyuyan, yemek yiyen, acizlikler ve ihtiyaçlar içinde olan bir insana Allah'ın Zatı olarak tecelli yakıştırması yaptıktan sonra, Allah'ın üstün vasıflarını gereği gibi takdir edebilmek nasıl mümkün olabilir? Elbette ki böyle birşey mümkün olmamaktadır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder